- Hac'ın Tarifi ve Önemi
- Hac'ın Vücübunun ve Edasının Şartları
- Hac'ın Fazilet ve Hikmetleri
- Hac'ın Farzları,Vacipleri,Sünnetleri ve Edepleri
- Hac'ın Çeşitleri
- İhram
- Tavaf
- Say
- Arafat Vakfesi
- Müzdelife Vakfesi
- Şeytan Taşlamak (Remy-i Cimar)
- Hac Kurbanı (Şükür Hedyi)
- Temettu,İfrat ve Kıran Haccı
- Hac'la İlgili Kusur ve Eksiklik ve Cezalar
- Hanefi Mezhebine Göre Erkek İçin Hac ve Umre Usulleri
- Resullah (s.a.v.) Hac'ı
Lugatta: “Muazzam bir şeye” gitmeyi kasdetmektir. Buradaki “Muazzam bir şeye” kaydını İbn-i Hümam meşhûr dil alimi İmam-ı Sikkit’ten naklederek beyan etmiştir.
İslami Istılahta: “Niyyet ederek ihrama girmek, Kâbe-i Muazzama’yı usûlü dairesinde tavaf etmek ve vakti mahsusunda vakfe yapmak gibi fiillere hac denir” şeklinde tarif olunduğu gibi “Dînî rükünlerden bir rüknü edâ etmek için, Kâbe’ye gitmeyi kasdetmektir” şeklinde de tarif edilmiştir.
Özetlersek; İslâm’ın beş esasından biri olan hac ibadeti, Müslümanların Mekke’de bulunan Kabe’yi ve çevresindeki kutsal mekanları, bu ibadet için tahsis edilen belli zaman dilimi içinde, usulüne uygun olarak ziyaret etmeleri ve yapılması gerekli diğer görevleri yerine getirmeleridir.
Kur’an-ı Kerim’de: “Şüphesiz ki, âlemler için çok feyizli ve ayn-ı hidayet olmak üzere konulan ilk ev (Ma’bed) elbette Mekke’de olandır. Orada apaçık alâmetler, İbrahim’in makamı vardır. Kim oraya girerse (taarruzdan) emin olur. O’na bir yol bulabilenlerin, beyti hacc (ve tavaf) etmeleri, Allah’ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır. Kim küfrederse, şüphesiz ki Allah onlardan müstağnidir” hükmü beyan buyurulmuştur.
Hanefi fûkahası bu Ayet-i Kerimeyi ve Resûl-i Ekrem’den (s.a.v.) gelen mütevatir haberleri esas alarak: “Hacc muhkem bir farzdır. Farziyyeti kat’i delillerle sabittir. Haccın farz olduğunu inkâr eden kâfir olur. Gücü yetenlere (Vücûbunun ve edâsının şartı üzerinde bulunanlara) hayat boyu, sadece bir defa haccetmek farzdır” hükmünde ittifak edilmiştir.
İmam-ı Kasani; Hacc sûresinde yer alan : (Hz. İbrahim’e hitaben) “İnsanlar için haccı ilân et. Gerek yaya, gerek uzak yoldan arık develerin üstünde (süvari) olarak sana gelsinler” şeklindeki hükm-i ilâhiyi esas alarak “Buradaki “İnsanlar için haccı ilân et!.” hükmü, Allahû Teâla’nın insanlara haccı farz kıldığını beyan buyur, manasınadır. Binaenaleyh Resûl-i Ekrem’den (s.a.v.) önce de, diğer ümmetlere hacc ibadeti farz kılınmıştır” buyurmaktadır.
Mâlûm olduğu üzere Mekke’de; Kâbe-i Muazzama’yı inşâ eden Hz. İbrahim (a.s.) ve oğlu Hz. İsmail’dir. İbn-i Abidin: “Sahih olan kavle göre hacc, dokuzuncu yılın sonlarında farz kılınmıştır. Onu farz kılan âyet: “Allah için beyti haccetmek insanlar üzerine borçtur” ayet-i kerimesidir. Bu ayet, heyetlerin geldiği dokuzuncu yılın sonunda inmiştir” hükmünü zikretmektedir.İbn-i Abbas (r.a.)’dan rivayet olunan bir hadisde : “İbrahim (a.s.) Kâbe’yi bina edip tamamladıktan sonra kendisine: “-Hacc için insanları davet et” emri verildi. İbrahim (a.s.): “-Benim sesim onlara ulaşmaz” dedi. AllahTeâla hazretleri: “-Sen davet et, sesini duyurmak bana aittir” buyurdu. Bunun üzerine İbrahim (a.s.): “-Ey insanlar! Beyt-i Atiki haccetmeniz size farz kılınmıştır” diye nida etti. Bu sözü yerle gök arasında bulunanların hepsi işitti. Görmüyor musunuz? İnsanlar en uzak yerlerden icabet edip geliyorlar” denilmiştir.Hanefi fûkahası; haccın sebebinin “Beytullah” olduğu hususunda ittifak etmiştir. İbn-i Abidin: “Sebebi beytullah’tır. Buna delil, ayette “Beytin haccı” diye izah edilmesidir. Zira esas olan, hükümleri sebeblerine izafe etmektir. Nitekim usûl-i fıkıh’ta izah edilmiştir. Sebebi tekrarlanmayan bir vacip tekrarlanmaz.
Bir de Müslim’in sahihinde şu Hadis-i Şerif vardır: “-Ey insanlar!.. Size hacc farz kılınmıştır. Öyle ise haccedin!.” Bir adam: “-Her sene mi ya Resûlullâh?” diye sordu, Resûlullâh (s.a.v.) sustu. Hatta adam sualini üç defa tekrarladı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.): “-Evet desem size vacib olur. Siz de güç yetiremezsiniz” buyurdular. Nehir sahibi diyor ki: “Ayet tekrar lâzım gelmediğine istidlâl için yetiyorsa da -Zira emrin tekrara ihtimal yoktur- neyf neyfin muktezası ile isbat etmek daha uygundur” hükmünü zikretmektedir. Sahabe-i Kiram’dan bir zat Resûl-i Ekrem’e (s.a.v.): “Ya Resûlullâh!.. Hac her sene midir, yoksa bir kere midir?” diye sual tevcih ediyor. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) cevaben: “-Hayır bir kere!.. Birden fazlası nafile (Tatavvû)’dir ” buyurmuşlardır.
Malûm olduğu üzere; ibadetlerin bir kısmı mâlî, bir kısmı da bedenîdir. Hacc ise, hem malî, hem de bedenî bir ibadettir. Dolayısıyle iki nimet bir aradadır. Bir mükellefte hem zenginlik, hem de bedeni kudret gibi iki nimet bir araya gelmiştir. Dolayısıyla haccını edâ etmek sûretiyle, bu iki nimete de şükretmiş olur. Haccın edâsı için gerekli şartlar, tağuti güçler tarafından ortadan kaldırılırsa; mü’minler hem mallarıyla, hem de (sıhhatli oldukları için) güçleriyle onlara karşı cihad ederler. Kat’iyyen Tağuti güçlere boyun eğmezler!..
İmam-ı Azam Ebû Hanife (r.a.) ile İmam-ı Yusuf (r.a.) Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.): “Kim hacc etmeyi murad ederse, hemen edâ etmeye gayret etsin” Hadis-i Şerifini esas alarak, vücûbunun ve edâsının şartları, üzerinde bulunan kimsenin derhal (fevri) bu ibadeti edâ etmesi gerektiğini beyan etmişlerdir.
Hac ibadetinin hayatta bir defa farz olduğunu esas alan İmam-ı Muhammed (r.a.) “Hac ibadetinde ömür, namazdaki vakit gibidir. Her ne zaman gidilirse gidilsin “Edâ” denir, kaza denmez. Bu sebeble terahi (genişlik) üzere farzdır” buyurmaktadır.
Feteva-ı Hindiyye’de bu husus şu şekilde izah olunmuştur: “İmam-ı Muhammed’e (r.a.) göre hacc; farz olduktan sonra dilediği zaman edâ etmek (terahi) üzeredir. Haccı farz olur-olmaz acele yapmak ise efdaldir. Hulâsada da böyledir. Buradaki ihtilâf, mükellefin selâmette kalacağına zann-ı galibi olduğu zamana aittir. Fakat yaşlılık veya hastalık sebebiyle, mükellefin zann-ı galibi vefat edeceği noktasında olursa, fevri olarak edâ etmesi gerektiği hususunda alimlerimiz icma etmişlerdir.
Cevheretü’n Neyyire’de de böyledir. Bu ihtilâfın günahkârlar için faydalı olduğu aşikârdır” İmam-ı Matûridi (r.a.): “Vakit kaydı bulunmayan her emr-i mutlak; amel noktasından derhal edâ edilmeye (fevre) hamledilir. İtikad hususunda ise; fevre hamledilmez. Ancak “Fevr veya terahi hususunda muradı ilâhi ne ise, hak o’dur” diye itikad olunur” hükmünü beyan etmektedir. Ölümün ne zaman gelip çatacağı bilinemiyeceği için, haccın vücûbunun ve edâsının şartlarına haiz olan mükellefin, acele etmesi önemlidir. Esasen bunun efdal olduğu hususunda da ittifak vardır.
Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.): “Her kim hacc yolunda ölürse, onun için her yıl makbûl bir hacc yazılır” buyurduğu bilinmektedir.
Yine bir Hadis-i Şerifte; meşrû hiçbir sebeb olmadan terkedenlerin durumu beyan buyurulmuştur. Bu Hadis-i Şerif şudur: “Her kim ki, kendisini beytûllah’a ulaştıracak kadar bineği ve azığı (mali gücü) bulunur da haccı edâ etmezse, Yahudi ve Hrıstiyan olarak ölmesinde beis yoktur. Bunun sebebi şudur: Allahû Teâla (cc) kitabında, beytûllahı ziyarete gücü yetenlerin onu haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır” buyuruyor.
Erkek olsun, kadın olsun şartlarını taşıyan her müslümana, ömründe bir defa haccetmek farzdır. Üzerine hac farz olan kimse, bu ibadeti geciktirmeden bir an önce yerine getirmelidir. Üzerine farz olduğu halde bir takım gerekçelerle bu önemli ibadeti yerine getirmeyip ileri yaşlara ertelemek dinen uygun değildir. Bu şekilde haccını erteleyip daha sonra bizzat hac yapamayacak duruma düşen kimse, yerine bedel (vekil) göndermek zorunda kalır.
Bir kimsenin hac ibadetiyle yükümlü sayılması için; müslüman, akıllı, erginlik çağına ulaşmış, hür, hac için yeterli malî imkâna sahip ve bu ibadeti yerine getirecek vakte erişmiş olması şarttır. Bu şartlardan birini taşımayan kimseye hac farz olmaz.
Kendisine hac farz olan kimsenin, haccını bizzat eda etmekle yükümlü sayılması için de, sağlıklı olması, tutukluluk veya yurtdışına çıkma yasağı gibi bir engelinin bulunmaması ve yolun güvenli olması şarttır. Ayrıca boşanma veya ölüm iddeti beklemekte olan kadının, beklemesi gereken süreyi tamamlamış olması lazımdır.
Hac yolculuğuna katlanamayacak, ya da fiilen haccedemeyecek derecede hasta olanlar ile, yaşlılar, tutuklular, yurtdışına çıkışları yasaklanmış olanlar ve iddet beklemekte olan kadınlar, hac kendilerine farz olsa bile, eda ile yükümlü değildirler. Bu durumda olanlar şartları oluştuğu takdirde bizzat haccederler.
Müslüman Olmak: Bir kimseye haccın farz olması için; o kimsenin müslüman olması şarttır. Çünkü kâfir ibadete ehil değildir. Hatta bir kimse kâfir iken; hacc yapmaya gücü yetecek derecede zengin olsa, fakat müslüman olduktan sonra fakir düşse, o kimseye (önceki halinden dolayı) hac farz olmaz. Fakat hac yapmaya gücü yeten müslüman, haccı edâ etmeyip, daha sonra fakir düşse, durum böyle değildir. Hac ibadeti o müslümanın zimmetinde borç olarak kalır. Bir mü’min, hacc ibadetini edâ ettikten sonra (Allah muhafaza buyursun) irtidat etse, sonra da tekrar müslüman olsa, haccı tekrar etmesi icabeder.
Akıllı Olmak: Allahû Teâla (cc)’nın teklifleri; ehliyet sahibi insanın üzerinedir. Teklifin sıhhati akılla ilgilidir. Hanefi fûkahası: “Deli olan kimseye, hacc farz değildir” hükmünde ittifak etmiştir. İbn-i Abidin; deliye haccın farz olmadığını kaydettikten sonra: “Bunamış kimse hakkında usûlde ihtilâf edilmiştir. Fahrû’l-İslâm’a göre, çocuk gibi bunaktan da hitap sakıttır. Binaenaleyh ona hiçbir ibadet farz olmaz. İmam Debbûsi ise, ihtiyaten muhatab olduğunu söylemiştir” hükmünü zikreder.
Hürriyet: Resûl-i Ekrem’in (sav): “Herhangi bir köle ki on defa haccetmiştir, sonra da azad olmuştur. Onun üzerine farz olan hac lâzım gelir” Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası: “Kölelere ve cariyelere hacc farz değildir. Efendilerinin izni ile haccetmiş olsalar dahi bu tatavvû (Nafile) olur. Hürriyetlerini elde ettikleri zaman; farz olan haccı edâ etmek durumundadırlar” hükmünde ittifak etmiştir.
Haccın Farz Olduğunu Bilmek:Küfür ahkâmının galib olduğu beldelerde, insanlar İslâmî bir eğitime muhatab değildirler. Dolayısıyla Darû’l Harp olan beldelerde, bir kimse müslümün olsa, haccın farz olduğunu bilinceye kadar, ona hacc farz değildir. Feteva-ı Hindiyye’de “Darû’l Harp’te müslüman olan bir kimseye haccın farz olması için o kimsenin haccın farz olduğunu öğrenmesi gerekir. Darû’l İslâm’da bulunanlar ise haccın farz olduğunu bilmek durumundadırlar. Yani onlar için mazeret yoktur. Haccın farz olması için, sadece haccın farz olduğunu bilmek gereklidir. Ayrıca haccın nasıl edâ edileceğni ve farzlarını bilip-bilmemek de müsavidir. Bir kimse Darû’l İslâm’da yaşıyorsa, onun hüküm olarak haccın farziyetini ve farzlarını bildiği kabul edilir.” hükmü kayıtlıdır. Darû’l Harp’te müslüman olan bir kimseye, iki erkeğin veya bir erkekle kadının “Haccın farz olduğunu” bildirmesi kâfidir. Ayrıca adil olan bir mü’min, ona haccın farz olduğunu beyan ederse, hacc kendisine farz olur. Bu kimselerin (Şahidlerin) bülûğa ermiş olmaları ve hür olmaları şart değildir.
Büluğa Ermiş Olmak:Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.): “Herhangi bir sabi ki, on defa haccetmiştir, sonra da bülûğa ermiştir. Onun üzerine farz olan haccı edâ etmek lâzım gelir” Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası: “Çocuklara hac farz değildir. Velîlerinin yardımıyla haccı edâ etseler dahi, bu nafile (tetavvû) olur. Bülûğa erdikten sonra, farz olan haccı edâ etmeleri lâzım gelir” hükmünde ittifak etmiştir.
Vakit:Malûm olduğu üzere haccın vakti, Şevval, Zilkade ayları ile Zilhiccce ayının ilk on günüdür. Bu süreye “Eşhür-û hacc” (Hac mevsimi) denir. Binaenaleyh bir kimseye haccın farz olması için, vaktin bulunması da şarttır. Meselâ; Muharrem ayında haccın vücûbunun diğer şartlarına haiz olan bir kimseye, “Şevval” ayı girinceye kadar hac farz olmaz. Bu süre içerisinde vefat ederse; hac ibadeti zimmetinde borç olarak kalmış değildir. Çünkü vakte (hac mevsimine) ulaşamamıştır.
Nakil Vasıtasını ve Masraflarını Temine Gücün Yetmesi:Kur’an-ı Kerim’de ‘Ona bir yol bulabilenlerin, beyt-i hac (ve tavaf) etmeleri Allah’ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır” hükmü beyan buyurulmuştur. Sahabe-i Kiram, bu Ayet-i Kerimede geçen “Ona bir yol bulabilen”den neyin kasdedildiğini Resûl-i Ekrem’e (s.a.v.) sorduğunda, Peygamberimiz (s.a.v.) cevaben: “Bu zât ve rahile’dir” buyurmuştur. Hanefi fûkahası: “Havaic-i Asliye’den fazla olarak nakil vasıtasını teminle birlikte, nafakası üzerine vacip olan kimselerin ve nefsinin yiyeceklerine sahip olmanın şart olduğunda ittifak etmiştir.”Nakil vasıtası, ya hacca gidecek mü’minin malı olmalı veya kiralamış bulunmalıdır. Âriyet (ödünç alma) veya ibaha yoluyla nakil vasıtasına sahip olmak kâfi değildir. Mekkeliler ve Mekke’nin civarında oturanlar için, nakil vasıtasını temin şart değildir. Bunların yürümeye güçleri yetiyorsa, hac kendilerine farz olur. Nakil vasıtasının bulunması, uzaktan hacca gelecek mü’minler için şarttır. Ancak, mükellefin hem kendisinin, hem de aile ferdlerinin yiyeceğini (Gidip-dönünceye kadar, bir yıllık değil) temin etmiş olması şarttır. Buna gücü yetmiyorsa, hacc kendisine farz olmaz.
HACC’IN EDÂSI’NIN ŞARTLARI
İbn-i Abidin: “İkinci nevi: edâsının şartlarıdır. Bunların tamamı vücûb şartları ile birlikte bulunursa, o kimsenin bizzat haccı edâ etmesi vacip olur. Vücûb şartları tahakkuk eder de bunların bazısı bulunmazsa, bizzat edâsı değil, yerine bedel göndermesi veya ölürken vasiyyet etmesi lâzım gelir. Bunlar şu beş şarttır: “Vücud sağlığı, yol emniyeti, hapsedilmiş olmamak, kadının mahremi veya kocasının bulunması ve iddet beklemek” hükmünü zikretmektedir. Şimdi bunların mahiyetlerini izâha gayret edelim.
Bedenen Salim ve Sıhhatli Bulunmak:Bir kimseye haccı edâ etmenin farz olması için o kimsenin bedeninin tam ve sıhhatli olması gerekir. Binaenaleyh felçli, yatalak ve iki ayağı kesik olana hacc farz değildir. İbn-i Abidin: “Hacının bedeni sağlam olacaktır. Yani seferde lâzım olan şeylere mani olacak dertlerden salim bulunacaktır. Binaenaleyh kötürüm, inmeli ve çok ihtiyar olup vasıta üzerinde kendiliğinden duramıyacak kimselere körlere (yedek, yardımcı bulunsa bile) ve sultandan korkusu olanlara bizzat haccetmeleri farz olmadığı gibi, imam-ı Azam’dan rivayet edilen zahir mezhebe göre, bedel göndermek sûretiyle de farz olmaz. Bu kavil imameyn’den de bir rivayettir. İmameyn’den gelen zahir rivayete göre; böylelerinin bedel göndermeleri icabeder ve aczleri devam ederse, bedel onlara kâfidir. Aczleri kalmazsa, bizzat haccı tekrar ederler. Hasılı İmam-ı Azam’a göre “Sağlamlık” vücûbun şartlarından, imameyn’e göre ise; vücûb-u edâsının şartlarındandır. Bu hilâfın (İhtilâfın) semeresi, bedel göndermekle, vasiyetin vacip olması hususlarında zahir olur. Bu sağlamken hacca kâdir olmamakla kayıtlıdır. Eğer kudretli olur da, hacca diye yola çıkmadan aciz kalırsa, boynuna borç olarak kalır ve bedel göndermesi lâzım gelir. Hacca diye çıkar da yolda ölürse, vasiyyet etmesi vacip olmaz. Çünkü icaptan sonra geçikmiş değildir. böyleleri bizzat haccetmeyi göze alırsa, üzerlerinden borç sakıt olur. Tuhfenin zahirine bakılırsa, imameyn’in kavlini tercih etmiştir. İsbicabi de öyledir. Fetih sahibi de bunu kuvvetli bulmuş ve sağlamlığın vücûb-u edâsının şartlarından olduğunu kabul etmiştir. Bu satırlar Bahır ve Nehir’den alınmıştır.” hükmünü zikretmektedir.
Yol Emniyeti: İmam-ı Merginani: “Yol emniyetinin bulunması elbette lâzımdır. Çünkü hacca gitmeye kudretin bulunması, yol emniyeti olmadan sabit olmaz.” hükmünü zikreder. Feteva-ı Hindiyye’de: “Haccın edâsının şartlarından birisi de, yol emniyetinin bulunmasıdır. Ebû’l Leys “Yol emniyetinin bulunduğu hususunda, zann-ı gâlibi olan kimse üzerine hac farz olur. Aksi takdirde farz olmaz” demiştir. İtimad bu kavledir. Tebyin’de de böyledir” hükmü kayıtlıdır. İmam-ı Azam’dan gelen bir kavle göre, yol emniyeti haccın farz olmasının (vücûbunun) şartıdır. İbn-i Abidin: “Selâmet galib olmakla yol emniyeti de şarttır. Fakih Ebû’l-Leys bunu tercih etmiştir. İtimad bunadır. Deniz yolu ile gitmekten başka çare yoksa haccın sakıt olup olmayacağından ihtilâf edilmiştir. Bazıları sükût edeceğini söylemiş; Kirmani “Gidilmesi âdet olan deniz yolunda selâmet galib görülürse hac vaciptir. Aksi takdirde vacip değildir” demiştir ki essah olan budur. Bahır. Fetih sahibi diyor ki; “Öyle görülüyor ki, selâmet galib görülmesi ile birlikte, korkunun galip görülmemesi de muteberdir. Hatta yağmacılık olduğu ve eşkiyanın galip geldiği defalarca tecrübe edilmekle, korku galip görülür veya bir eşkiya taifesinin yolu kestiği, hem kuvvetli olduğu duyulur da, hacılar onların karşısında kendilerini zayıf hissederlerse, hac vacip olmaz. Râzi’nin “Bağdatlılardan hac sakıttır” diye verdiği fetvaya, İskâf’ın 636 yılında: “Ben haccın, zamanımızda farz olduğunu söyleyemem” demesine ve Selci’nin “Horasanlılara falan seneden beri hac yoktur” sözüne gelince; bunlar yağmacılığın ve yolda korkunun galip olduğu vakitlerden söylenmiş sözlerdir. Sonra -Allah’a hamdolsun- bu korku kalmamıştır” hükmünü zikrediyor.
Hapsedilmemiş Olmak:Haccın edâsının şartlarından birise de hapsedilmemiş olmaktır. Feteva-ı Hindiyye’de: “Hapiste bulunanlara ve insanları hacca gitmekten meneden bir sultanın (Siyasi yönetimin) teb’asından olanlara da, haccın edâsı farz değildir. Kezâ bu gibi kimselerin bedel göndermeleri de farz değildir. Nehrû’l Faik’te de böyledir” hükmü kayıtlıdır.
Kadının Mahreminin veya Kocasının Bulunması:Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.) “Elbette bir kadın kendisiyle birlikte bir mahremi bulunmadığı sürece, hacc etmesin” Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası: “Kendisiyle Mekke arasında üç günlük mesafe bulunan kadının (genç olsun, ihtiyar olsun) haccı edâ edebilmesi için yanında mahreminin bulunması şarttır.” hükmünde ittifak etmiştir.
Malûm olduğu üzere üç günlük yol; seferilik hükmünü ortaya çıkarır. İbn-i Abidin: “Seferde, yani üç gün, üç gecelik yolda akil-baliğ bir koca veya mahrem lâzımdır. Bundan az olursa, bir hacet için mahremsiz gidebilir. İmam Ebû Hanife (r.a.) ile İmam Ebû Yusuf’tan (r.a.) bir rivayete göre kadının bir günlük yola mahremsiz gitmesi mekrûhtur. Zaman bozulduğu için fetvanın buna göre olması gerekir. Lübab Şerhi. Buhari ve Müslim’in rivayet ettikleri şu hadis de bunu teyid eder: “Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir kadının, bir gün bir gecelik yola mahremsiz gitmesi helâl olmaz”. Müslim ‘in bir rivayetinde “bir gecelik yola”, diğer bir rivayetinde “bir günlük yola” demiştir. Lâkin Fetih’te, “Mezhep birinci kavil oduğuna göre, kadın ile Mekke arasında üç günlükten az bir mesafe bulunursa, kocası onu hac’dan menedemez” demiştir. Bu ibaredeki “Koca” veya “Mahrem” tabirleri ile, aşağıda gelecek “iddeti bulunmamak” kaydı, kadına mahsus iki şarttır. Diğer şartlar erkekle kadın arasında müşrterektir.
Mahrem, akrabalık veya süt yahud damadlık dolayısıyla kadını edebiyyen nikâhına alamayan erkektir” hükmünü zikreder. Feteva-ı Hindiyye’de: “Mahremin emniyetli, akıllı ve bülûğa ermiş olması şarttır. Mecûsi olan bir mahrem; eğer kendisinin mezkûr kadınla nikâhlanmasının mübah olduğuna itikad ediyorsa, bu kadın onunla yolculuk yapamaz. Serahsi’nin Muhıyt’inde de böyledir” hükmü kayıtlıdır. Yanındaki mahremin, hac masraflarını kadının bizzat ödemesi gerekmez.
Esasen bu hususta iki ayrı kavil bulunduğu için, bazı çevreler, sırf hacc süresince evlenme hadisesini gündeme getirmektedirler. İbn-i Abidin: “Bu hususta iki kavil vardır. Bu iki kavil koca ve mahrem bulunması vücûbunun şartı mı, yoksa vücûbu edânın şartı mı olduğuna ibtina eder. Fetih sahibi’nin tercih ettiği, sıhhat ve yol emniyetiyle birlikte, vücûb-ı edâ’nın şartı olmasıdır. Binaenaleyh hacca hastalık veya yol korkusu (Yol emniyetinin bulunmaması) mâni olur, yahud kadına koca veya mahrem bulunmazsa, haccı vasiyyet etmesi vacip olur. Mahremi yoksa kadına evlenmesi vacip olur. Birinci kavle göre hiçbirşey lâzım gelmez. Nitekim Bahır’da da böyle denilmiştir. Nehir’de şöyle denilmektedir: “Bedai sahibi, birinci kavli sahih bulmuştur. Nihaye sahibi ise Kadıhan’a uyarak, ikinciyi tercih etmiş, Fetih sahibi de bunu kabul etmiştir. Ben derim ki, lâkin lübab sahibi, bu kadına evlenmek vacib olmadığına kesinlikle hükmetmiştir. Halbuki kendisi mahrem ve koca bulunmasını edâsının şartı kabul etmiştir. Cevhere sahibi ile İbn-i Emir Hacc Menasik’te bunu tercih etmişlerdir.
Nitekim musannıf bunu Minah adlı eserinde bildirmiş, “Bunun vechi şudur: Evlenmekle kadının maksadı hasıl olmuyor. Çünkü kocası ona malik olduktan sonra, onunla hacca gitmekten vazgeçebilir. O da (Kadın da) kendisini ondan kurtaramaz. Çok defa da kocası ona uymaz; böylece ondan zarar görür” hükmünü zikrederek, konuya açıklık getirir.
İddet İçinde Olmamak:Kadınlar için haccın edâsının şartlarından birisi de “İddet müddeti içinde olmaması”dır. Feteva-ı Hindiyye’de: “Kocası ölmüş veya kocası tarafından boşanmış olan bir kadına haccın farz olması için; bu kadının iddetinin bitmiş olması şarttır. Tahavi’de de böyledir. Kadın ölüm veya talâk iddeti içinde iken hacca gidemez” hükmü kayıtlıdır.
HACC’IN EDASININ SAHİH OLMASININ ŞARTLARI
İbn-i Abidin “Haccın şartlarını” izah ederken; “Üçüncü nevi, edânın sahih olmasının şartlarıdır ki, dokuzdur: İslâm, ihram, zaman, mekân, temyiz, akıl, özür hali müstesna olmak üzere fiilleri kendi yapması, cinsi münasabette bulunmaması ve haccı ihrama girdiği yıl edâ etmesi!.. Dördüncü nevi; haccın farz namına olmasının şartlarıdır. Bunlar da dokuzdur: İslâm, İslâm’ın ölünceye kadar devamı, akıl, hürriyet, bülûğ, kudreti varsa bizzat edâ etmesi, nafileye niyyet etmemiş olması, haccı bozmamak ve başkası namına niyetlenmiş olmamak” hükmünü beyan etmektedir.
Feteva-ı Hindiyye’de: “Haccın sahih bir şekilde edâ edilmiş olması için; üç şart vardır. Bunlar ihram, zaman, mekân’dır. Siracü’l Vehhac’ta da böyledir” denilmektedir. Esasen bu iki sınıflama arasında herhangi bir ihtilâf yoktur. Zira İbn-i Abidin’in zikrettiği dokuz şart’ın altısı, bütün hacc boyunca gözetilmesi gereken hususlardır. İhram, zaman ve mekân ise, her ikisinde de ortak şartlardır.
HACC’IN FAZİLETİ VE HİKMETLERİ |
Dünya ve ahiret hayatı açısından önemli bir dönüm noktası olan hac, samimi ve ihlâslı bir şekilde yerine getirildiği zaman, müslümanı günahlarından arındırır, onun Allah katındaki derecesini yükseltir, cenneti kazanmasına vesile olur ve kişiyi ahlâken olgunlaştırır.
Gücü yetenlerin farz olarak ömürlerinde bir defa yapacakları bu ibadetin fazileti gerçekten büyüktür. “Kim Allah için hacceder de kötü söz ve davranışlardan sakınır ve günahlara sapmazsa – kul hakları hariç – annesinin onu doğurduğu günkü gibi günahlardan arınmış olarak döner” hadisi şerifi, haccın ne derece faziletli bir ibadet olduğunu anlatmaya yeter. Bununla birlikte haccın fazileti konusunda birkaç hadis-i şerif daha zikretmek yararlı olacaktır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Makbul haccın karşılığı Cennetten başka bir şey değildir. Umre de diğer bir umre ile arasındaki günahları siler.”
Amellerin hangisi daha faziletlidir? şeklindeki bir soruya Peygamberimiz:
“Allah ve Rasûlüne iman” şeklinde cevap vermiş; sonra hangisi? diye sorulunca;
“Allah yolunda cihad” buyurmuş, sonra hangisi? denince;
“Makbul hac” diye cevap vermiştir.
Hacceden kimselerin Allah katındaki değeri çok yüksektir. Bu sebeple Yüce Allah onların içtenlikle yapacakları duaları geri çevirmez. Peygamber Efendimiz;
“Haccedenler ve umre yapanlar Allah’ın misafirleridir. Kendisine dua ederlerse, dualarını kabul eder, Bağışlanma dilerlerse onları bağışlar” buyurmaktadır.
Konuyla ilgili bir diğer hadis-i şerif de şöyledir:
“Hac ve umreyi art arda yapınız. Çünkü bu ikisi, körüğün demir, altın ve gümüşün pasını giderdiği gibi fakirliği ve günahları yok eder.”
Bir hadis-i şerifte de hac ve umre normalde gaza yoluyla yapılan cihada katılmayan yaşlılar, küçükler, güçsüzler ve kadınların cihadı olarak nitelendirilmiştir ki, bu da haccın ne derece faziletli bir ibadet olduğunu göstermektedir.
Yüce Allah’ın kullarını en çok affettiği gün olan Arafe gününde saçı başı dağılmış, toza toprağa belenmiş bir vaziyette el açıp Allah’a yalvaran kullarını Cenab-ı Hak mutlaka affeder. Önemli olan böylesine üstün bir ibadeti, gereği gibi yerine getirerek onun faziletinden yararlanmaktır.
HACC’IN HİKMETLERİ
Allah’ın emrettiği her şeyde şüphesiz insanların dünya ve ahiret hayatı için pek çok hikmetler vardır. Bu şaşmaz gerçeğe göre haccın da pek çok hikmetleri bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şöyle sıralanabilir:
Her insan yaratılışı gereği Yüce Allah’a karşı kulluğunu ortaya koymak ihtiyacındadır. Hac, kula, en belirgin bir şekilde Yüce Allah karşısında aczini ortaya koyma, kulluğunu ifade etme ve onun verdiği nimetlere şükretme imkanı veren bir ibadettir. Çünkü hacı, mal, mülk, makam ve mevki gibi dünyevi unsurlardan sıyrılarak Allah’a yönelir. Sonsuz güç ve kudret sahibinin karşısında teslimiyetini ve bağlılığını ifade eder. Bu durum kendisine Allah’a kul olma zevkini tattırır.
Hac; renk, dil, ırk, ülke, kültür, makam ve mevki farkı gözetmeksizin aynı amaç ve gayeleri taşıyan milyonlarca müslümanı bir araya getirerek eşitlik ve kardeşliğin çok canlı bir tablosunu oluşturur. Bu, lafta kalan kuru bir iddiadan ibaret değildir. Zenginiyle, fakiriyle, güçlüsüyle, güçsüzüyle bütün hacılar aynı kıyafetler içinde, aynı mahrumiyetleri yaşayarak, aynı güçlüklere katlanarak, aynı şartlarda hareket ederek fiili bir eşitlik ve kardeşlik eğitiminden geçerler. Trilyonlara hükmeden bir zenginle geçimini zor karşılayan bir fakire aynı kıyafet içinde Arafat’ta beraberce el açıp dua ettiren ve Kâbe’nin etrafında yan yana tavaf ettiren hac ibadeti, insanlara makam, mevki, mal mülkle böbürlenmemeyi, İslâm kardeşliği içinde tanışıp kaynaşmayı ve mahşeri unutmamayı öğretir.
İslâm Dininin doğup yayıldığı, vahyin indiği, Hz. Peygamber ve Ashabının bin bir güçlük ve sıkıntılar içinde mücadeleler verdiği ve Hz. Adem’den beri bazı peygamberlerin uğrak yeri olmuş kutsal toprakları görmek, müminlerin dini duygularını güçlendirir, İslâm’a bağlılıklarını artırır.
Dünyanın dört bir tarafından gelen, renkleri, dilleri, ülkeleri ve kültürleri farklı, fakat hedef ve gayeleri aynı binlerce müslümanın birbirleriyle kaynaşması ve görüşmesi sağlanmış olur. Bu durum müslümanların birbiriyle irtibat kurmalarına, birbirlerinin dertlerinden haberdar olmalarına ve hatta ticari bağlantılar kurmalarına imkan sağlar.
Hac ibadetiyle müslüman, Yüce Allah’ın kendisine lütfettiği sağlık, yetenek, mal ve mülk gibi dünyevi nimetlerin şükrünü eda etmiş olur.
Hac yapan müslümanlar sabır, tahammül, sıkıntılara katlanma, güçlüklere göğüs gerebilme, büyük kalabalıklarla aynı anda hareket ederek aynı şeyleri yapabilme, yardımlaşma, dayanışma ve belli kurallara adapte olabilme… gibi ahlaki özelliklerini geliştirirler.
Hac, müslümanlarda ömür boyu silinmeyecek derin hatıralar bırakır. Bu hatıralar; müminin hacdan sonraki yaşamında istikametini kaybetmemesine hizmet eder. Hac, müminin hayatında adeta bir dönüm noktası oluşturur.
Arafat gibi mahşerin örneğini oluşturan bir yerde Allah’a el açıp yalvaran ve günahlarından sıyrılan bir müslüman bir daha kolay kolay eski işlediği günahlara dönmek istemez. Bu yönüyle hac, günahkar müslümanlar için bir arındırma ve iyileştirme işlemi görür.
Hac sayesinde müslümanlar arasında güzel etkileşimler meydana gelir. Müminler birbirlerinden güzel hasletler alırlar. Fikirlerinde müspet anlamda önemli değişmeler olur. İnsanları birbirinden uzaklaştıran ırkçılık gibi olumsuz düşüncelerin törpülenmesi sağlanır.
Kısaca haccın, başka ibadetlerde olmayan kendine özgü pek çok hikmetleri, ahlâkî, sosyal, ekonomik ve psikolojik yararları vardır. Yukarıda yalnızca bunlardan bazıları zikredilebilmiştir.
HACC’IN FARZLARI, VACİPLERİ, SÜNNETLERİ VE EDEPLERİ |
Molla Hüsrev: “İhrama bürünmek (giymek), Arafat’ta vakfe yapmak ve ziyaret tavafında bulunmak haccın farzlarıdır. Şayed bunlardan birisi edâ edilmese hac batıl olur ve gelecek yılda kazâ etmek icabeder. İhrama bürünmek; tıpkı namazdaki iftitah tekbiri gibi şarttır. Geriye kalanlara, (yani Arafat’ta vakfe’ye durmak ve ziyaret tavafı yapmak) haccın rükünleri de denilmiştir” hükmünü zikreder.
Dürri’l Muhtar’da: “Haccın farzları üçtür. Birincisi: İhramdır. İhram, başlarken şarttır. Sonu itibariyle ona rükün hükmü verilir. Hatta hacca yetişmeyene, gelecek sene kaza etmek için ihramda kalmak caiz değildir. İkincisi: Arafat’ta vakfe zamanında durmaktır. (Arafat, Mina tarafında bir yerin ismidir. “Tanışma” manasına gelen “Marifet’ten” yapılmış bir ismi cemidir). Bu yere Arafat denilmesi, Hz. Adem (a.s.) ile Hz. Havva’nın orada tanıştıkları içindir. Üçüncüsü: Ziyaret tavafının ekserisidir. Bunların ikisi rükündür” hükmü kayıtlıdır.
İbn-i Abidin bu metni şerhettikten sonra “Tetimme” diyerek, bu farzlara şunların da eklenmesi gerektiği üzerinde durur: “Haccın farzlarından şunlar kaldı: Tavafa niyyet, farzlar arasında tertib: evvelâ ihram, sonra vakfe, sonra ziyaret tavafı yapılacak. Her farzın vaktinde yapılması.Şu halde vakfe, arefe gününün zevalinden, bayram gününün fecrine kadar yapılacak, ziyaret tavafı ondan sonra ömrün sonuna kadar yapılabilir. Bir de yeri, yani vakfe yapmak için Arafat’tan bir yer ve tavaf için Kâbe’nin kendisi. Vakfeyi yapmadan cimaı (cinsi münasebet) terk etmek de farzlardan sayılmıştır.
HACC’IN VACİBLERİ
Feteva-ı Hindiyye’de: “Haccın vacibleri şunlardır: Müzdelife’de vakfe, Safa ile Merve tepeleri arasında sa’y etmek, Cemreleri taşlamak (Şeytan taşlamak), saçları traş etmek veya kısaltmak ve Sader (veda) tavafını edâ etmek, Tahavi Şerhinde de böyledir” hükmü kayıtlıdır.
Müzdelife’deki vakfeye “Cem” adı da verilir. Bu şekilde isimlendirmenin sebebi, Hz. Adem (a.s.) ile Hz. Havva’nın (r.a.), bu mahalde bir araya gelip gerdeğe girdikleri içindir. Bu hâdisenin, insan neslinin ortaya çıkması noktasında önemi büyüktür.
Safa ile Merve arasında sa’y etmek, Hanefi mezhebinin müctehid imamlarına göre vacip, diğer üç mezhebin imamlarına göre rükündür. Safa ile Merve, Kâbe’nin yakınında karşı karşıya bulunan iki tepedir. “Safa” denilmesi, üzerinde Satvetûllah olan adem Aleyhisselâm oturduğu içindir. Merve’ye de, üzerinde kadın, yani Hz. Havva oturduğu için bu isim verilmiştir. Müennes olması bundandır.
HACC’IN SÜNNETLERİ
– Kudûm tavafı yapmak,
– Erkeklerin kudûm ve ziyâret tavafında remel yapmaları (Reml: Adımları kısaltıp, omuzları silkerek çalımlı bir şekilde yürümektir. Tavafın ilk üç şavt’ında yapılır),
– Safa ile Merve arasında sa’y ederken, orada bulunan iki direk arasında erkeklerin süratlice geçmeleri,
– Bayram gecelerinde Mina’da yatmak,
– Arefe günü, güneş doğduktan sonra Mina’dan Arafat’a gitmek,
– Müzdelife’den Mina’ya bayram günü sabahı, henüz güneş doğmadan hareket etmek,
– Müzdelife’de gecelemek ve cemreler arasında (şeytan taşlama esnasında) tertibe riayet etmektir. Bahrû’r Raik’te de böyledir” hükmü kayıtlıdır. (Feteva-yı Hindiyye)
HACC’IN EDEBLERİ
Hacc gitmeye niyyet eden mükellef’in; borçlarını ödemesi esastır. Bilhassa üzerinde Zekât ve Öşür borcu varsa, mutlaka bunları edâ etmelidir. Dürri’l Muhtar’da “Haccın nevileri” üzerinde durulurken: “Hacc bir defa farzdır. Çünkü onun sebebi Beytullahtır. O ise birdir.” Birden ziyadesi nafile olur.
Bazen de vacib’tir. Nitekim Mik’atı ihramsız geçerse böyledir. Çünkü ileride izah edeceğimiz vechile o kimseye iki ibadetten biri vacip olur.
Eğer haccı tercih ederse, vücûbla vasıflanır.
Bazen haram olmakla da vasıflanır. Haram malla hac böyledir.
Kerahetle vasıflandığı da olur. İzni gereken kimseden izinsiz hacca gitmek böyledir. Nevazil’de beyan edildiğine göre, çocuğun henüz sakalı bitmemişse sakalı bitinceye kadar babası haccına mani olabilir” hükmü beyan edilmektedir. İbn-i Abidin bu metni şerhederken: “Haram malla hac böyledir. Bahır’da da böyle denilmiştir. Bunu riya için yapılan haccla temsil etse dahi iyi olurdu. Zira denebilir ki: Haccın kendisi mekânı mahsus’u ziyarettir ve haram değildir. Haram olan, haram malı harcamaktır. Bunların arasında ise telâzüm yoktur. (Birinden diğeri lâzım gelmez). Nasıl ki, gasbedilen yerde namaz kılmakla farz yerine geçer. Haram olan gasbedilmiş yerin meşgul edilmesidir, fiil namaz olduğu için haram edilmiş değildir. Çünkü farzın haramla vasıflanması mümkün değildir. Burada da öyledir. Zira haddi zatında hacc emredilmiş bir ibadettir. Haram olması sarfiyat cihetiyledir. Galiba ona “Haram” denmesi, malın haccda dahlü tesiri olduğundandır. Hacc, bedenin ameli ile maldan mürekkeptir. Nitekim arzetmiştik. Onun için Bahır sahibi “Hacca giden kimse helâl nafaka toplamaya çalışır. Çünkü haram malla hacc kabul edilmez. Nitekim Hadis’te beyan buyurulmuştur.” buyurmaktadır.
Sonuç olarak; Hacca niyet eden mükellef’in, sırf Allahû Teâla’nın rızasını gözetmesi ve helâl malla yola çıkması esastır. Zekâtı ve öşürü edâ edilmemiş mal, hacc ibadeti için elverişli değildir.
Feteva-ı Hindiyye’de: “Haccın edebleri” beyan edilirken, “Hacca gidecek olan mükellef; borçları varsa ödemelidir. Haccla ilgili olarak, akıl ve rey sahibi olan kimselerle istişare etmesi gerekir. Yol arkadaşları ve vasıta hususunda istihare etmelidir.” Hacc yolculuğu esnasında; her türlü gösteriş ve riyadan sakınmalı, ihlâs hususunda titizlik göstermelidir. Kendisinde hakkı bulunan kimselerin, haklarını ödemeli ve helâlleşmelidir. Beraber çalıştığı (Mesai arkadaşlarıyla) kimselerle de helâlleşmesi gerekir. Fethû’l Kadir’de de böyledir.
İbadetlerindeki (Namaz, zekât, öşür vs.) noksanlıkları kazâ etmeli, bunlardan dolayı (Kazaya bıraktığı için) pişman olmalı ve bir daha yapmamaya kat’i olarak niyyet etmelidir. Bahru’r Raik’te de böyledir.
Bir ameli başkası görsün, başkası işitsin diye yapmaktan, övünmekten ve her türlü ihtişamdan sakınmalıdır, tevazû içinde olmalıdır. Bu sebebledir ki; bazı alimler hacc yolunda mahmil’e (Deve üzerinde iki kişinin oturabileceği süslü oturak) binmeyi kerih bulmuşlardır. Ancak “Riya” ve “gösterişten uzak olursa mahmile binmek mekruh değildir” diyenler de vardır.
Tam helâl olan bir nafaka ile haccetmelidir. Çünkü haram mal ile yapılan hacc makbûl olmaz. Zoraki alınmış bir mal ile hacceden kimsenin üzerinden hacc farizası sakıt olmakla birlikte, böyle yapmak haramdır. Fethû’l Kadir’de de böyledir.
Yenabi’de: “Hacca giden kimse, ailesinin nafakasını noksansız olarak bırakır, hac yolculuğuna temiz bir nefs ile çıkar. Her yerde (açık ve gizli), bilhassa hac yolculuğunda Allahû Teâla’dan daha fazla korkar. Allahû Teâla’yı bol bol zikreder. Öfkelenmez, işlerini vakarla ve sükûnetle yapar.Lüzûmsuz konuşmayı ve boş şeyleri terkeder” denilmiştir. Tatarhaniyye’de de böyledir” denilmektedir.
Esasen hacca giden kimsenin evinden çıkarken; tıpkı dünyadan çıkıyormuş gibi hareket etmesi ve dünyevi endişeleri bir kenara bırakması lâzımdır.
HACC’IN ÇEŞİTLERİ |
Hac; farz, vacib ve sünnet olmak üzere üç kısma ayrılır. Gerekli şartlara sahip olan her müslümana ömründe bir defa hac etmesi farzdır. Hac yapmayı adayan kimsenin hac etmesi vaciptir. Yine, başlanmış iken bozulan nafile bir haccı kaza etmek de vaciptir. Farz haccı yapmış olan kimsenin, birden fazla yapacağı haclarla, henüz yükümlü olmayan çocuğun yapacağı hac nafiledir. Umre ise, hac ayları dışında da yapılabilen sünnet bir ibadettir. Gerek farz, gerek vacib, sünnet veya nafile hac üç çeşide ayrılır. İfrat, temettü’ ve kıran haccı.
1. İfrat Haccı:Mikatta ihrama girerken yalnız hac yapmaya niyet edilince, buna ifrat haccı denir. Bu haccı yapana da “müfrid” denir. Bunda, umre yapılmaksızın yalnız hac ibadeti ifa edilir. Akabe cemresini yapıncaya kadar ihramda kalır. Akabe cemresinden sonra dilerse kurban keser. Çünkü ifrat haccı yapana kurban kesmek vacib değildir. Dilerse nafile olarak keser. Sonra tıraş olur veya saçlarını kısaltır ve ihramdan çıkar.
2. Temettü Haccı:Hac aylarında önce umre için ihrama girip, umreyi tamamladıktan sonra, aynı yılın hac aylarında hac için yeniden ihrama girerek yapılan hacca “temettü’ haccı” denir. Burada umre ve hac ayrı ayrı ihramla ifa edilmektedir. Bu çeşit haccı yapana “mütemetti” denir. Temettü’ haccı yapacak olan kimse, mikatta umre niyetiyle ihrama girer. Mekke’ye ulaşınca tavaf ve sa’yeder, tıraş olur veya saçlarım kısaltır. Böylece umreyi tamamlayıp ihramdan çıkar. Normal elbiselerini giyer, ihramlı olmayanlara mubah olan şeylerden yararlanır. Sonra Zilhicce’nin sekizinci günü veya daha önce Mekke’de kaldığı evde ihrama girer, kudüm tavafını yapar, diğer hac amellerini tamamlar. Bir haccın temettü haccı sayılması için, umre ile haccın aynı hac mevsimi içinde yapılması gereklidir. Hac mevsiminden önce umre yapıp, sonra hac mevsiminde hac yapmak, temettü’ haccı olmadığı gibi, bir yıl umre, sonraki yıl hac yapmakla da temettü’ meydana gelmez. Mikatlrın dışında kalan belde ve ülkelerden gelen hacılar, (afakîler) uzun süre ihramda kalmamak için, daha çok temettü’ haccını tercih ederler. Burada umre ile haccı, aynı hac mevsiminde ayrı ihramlarla birlikte yapmaya muvaffak kıldığından, Allahu Teala için bir şükür kurbanı kesilir. Bu kurban, Akabe cemresi taşlandıktan sonra, tıraştan veya saçları kısaltmazdan önce, kurban bayramı günlerinden birinde kesilir. Kurban kesmeye gücü yetmeyen kimse, hac sırasında arefe günü bitmek üzere üç gün, bayram günleri çıktıktan veya kendi beldesine döndükten sonra yedi olmak üzere toplam on gün oruç tutar.
3. Kıran Haccı: Aynı hac mevsimi içinde umre yaptıktan sonra ihramdan çıkmadan yapılan hacca, “kıran haccı”; bu haccı yapana “karin” denir. Kişi, umre ile haccı beraber yapmak üzere ihrama girer; umreyi tamamlar, ihramdan çıkmaz; ihramın gereklerine riayet ederek hac fiillerine başlar, kudüm tavafını yapar, Arafat’ta durur, bayramın birinci günü Akabe cemresini attıktan sonra kurbanını kesip tıraş olur, ihramdan çıkar. Temettu’ ve kıran haccı yapanlara şükür kurbanı kesmek vaciptir, ifrat haccı yapanın böyle yükümlülüğü yoktur, dilerse nafile kurban kesebilir. Kıran haccında da şükür kurbanı kesemeyen kimse, bayramdan önce üç gün, evine döndükten sonra yedi gün olmak üzere, on gün oruç tutar. Allahu Teala şöyle buyurur: “Güvene kavuştuğunuz zaman hac zamanına kadar umre ile faydalanmak isteyen kimse, kolayına gelen kurbanı keser, kurbanı bulamayan, üç gün hacda, yedi gün de döndüğünüz zaman olmak üzere tam on gün oruç tutar. Bu, ailesi Mescid i Haram civarında oturma-yanlar içindir.” (Bakara Suresi 196. Ayet) Temettu’ veya kıran haccı yapan kimsenin şükür kurbanı kesmeye gücü yetmez ve kurban bayramından önceki üç gün orucu da tutmamış bulunursa, sonraki yedi günü de tutması gerekmez. Bunun yerine kurban kesmesi gerekir. Kurban kesemeyecek durumda ise ihramdan çıkar, fakat bu kez, iki kurban lazım gelir. Birisi temettü’ veya kıran kurbanı, diğeri kurban kesmeden ihramdan çıktığı için ceza kurbanıdır.
Mekkelilere ve mikat sınırları dahilinde oturanlara temettü’ veya kıran haccı yoktur. Onlar yalnız ifrad haccı yaptıklarından şükür kurbanı kesmeleri gerekmez. (el-Kasanî, Bedayiu’s-Sanayi’, II, 167; ibnü’l-Hümam, Fet-hu’l-Kadîr, II, 199 vd., 214, 288-294; el-Meydanî, el-Lübab; l, 192 vd.; ez-Zeylaî, Nasbu’r-Raye, III, 99,113; ez-Zühaytî, a.g.e, 111,133 vd.)
İHRAM |
Hacc yada umre yapacak bir kimsenin ilk işi ihrama girmektir. İhrama girmek haccın ve Umre’nin şartıdır. İhrama girmeden hac yada Umre yapılamaz.
İHRAM NEDİR?
Önce “İhram” kelimesi üzerinde duralım.Lûgat’ta ihram: “Ayaklar altına alınamayan bir hürmete girdi” manasına gelen “Ahreme” fiilinin masdarıdır.
İhrama girene “Haram” denir ki “İhrama girmiş” manasınadır. Sıhhat’ta da böyle denilmiştir. İhrama giren kimseye, ihramlı olduğu sürece “muhrim” denir.
Şer’an ihram; hususi bir takım hürmetlere girmek, yani onları iltizam etmektir.”
Haccın şartlarından biri olarak ihram, hac ya da umre yapmaya niyet eden kişinin, başka zamanlarda işlemesi mübah olan bazı fiil ve davranışları, belirli bir süre kendisine haram kılması, yasaklamasıdır. Buna “ihrama girme” de denir. İhrama girmiş olmanın gereklerinden biri olarak bürünülen havlu ve benzeri türden dikişsiz kıyafete de halk arasında ihram denmektedir. Ancak “ihram” bu değildir. Usulüne göre ihrama girilmediği sürece söz konusu bu örtülere bürünmekle ihrama girilmiş olunmaz.
İHRAMA NASIL GİRİLİR?
İhram’a girmenin rüknü; niyyet ve telbiye’dir. Bu ikisinin bir arada bulunması gerekir. Bunlar olmadan ihrama girme gerçekleşmez. Telbiye yapar, niyyet etmezse ihrama girmiş olmaz. Hanefi fûkahası; niyetle telbiyenin arasının açılamıyacağını, ikisinin bir arada bulunması gerektiğini esas almıştır.
Nitekim Husâm-ı Şehid’in; “İhrama niyetle girilir, ama bu telbiye ederek olur. Nasıl ki namaza niyetle girilir, ama tekbir almak şartı iledir. Sadece tekbirle girilmez” hükmü mutemed kavil olarak beyan edilmiş. Yani; nasıl namaza niyet ve iftitah tekbiri ile başlanırsa; hacc ve umre’ye de; mikatlarda ihrama girerek başlanır. İhram’a girmek de; niyyet ve telbiye ile olur.
Niyet: “Niyet”, yapılacak haccın şeklini kalben belirlemektir. Ayrıca lisanen söylenmesi müstehaptır. Burada temettu haccının yapılışı esas alındığına göre niyet umre için yapılacaktır.
Şöyle niyet edilir:
“Allah’ım umre yapmak istiyorum. Bunu kolaylaştır ve kabul eyle”
Telbiye: (Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk, innel hamde ve’n-ni’mete leke ve’l mülk lâ şerike lek) demektir.
“Allah’ım! Davetine icabet ediyorum. Emrine boyun eğiyorum. Bütün varlığımla sana teslim oldum. Senin hiçbir ortağın yoktur. Tekrar tekrar davetine icabet ediyorum. Şüphesiz hamd sana mahsustur. Nimet senindir mülk de senin. Senin hiçbir ortağın yoktur.”
Böylece niyet edilip telbiye söylenince ihrama girilmiş olur. Ancak ihrama girmeden önce, sünnet ya da müstehap olarak yapılması gereken hususlar vardır. İhrama girerken bunlara da riayet edilmelidir. Buna göre:
İhrama girmek isteyen kimse, ön hazırlık olarak tırnaklarını keser. Gerekiyorsa koltuk altı ve kasık kıllarını temizler, saç ve sakal traşı olup bıyıklarını düzeltir. Mümkünse gusleder. Bu gusül temizlik amacıyla yapıldığı için özel durumda olan bayanlar da guslederler. Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.) ihrama girmek için gusül abdesti aldığı rivayet edilmiştir.
Nitekim İmam-ı Merginani; ihrama girerken gusül abdesti almanın hükmünün, tıpkı cum’a namazına giderken alınan gusül abdesti gibi olduğunu beyan ettikten sonra: “İhram için gusül abdesti almak efdaldir. Zira temizliğin manası, onda eksiksiz bir şekilde zuhur eder. Ayrıca Resûl-i Ekrem (s.a.v.) de bunu ihtiyar etmiştir” buyurmaktadır.
Gusül mümkün olmadığında abdest alır. Varsa güzel koku sürünür. Giymekte olduğu normal giysilerini ve iç çamaşırlarını çıkarıp, sadece “izar” ve “rida” denilen iki parça ihram örtüsüne sarınır.
Zira Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.) (İhramı esnasında) izâr ve ridâ giyindiği bilinmektedir. Dikişli elbise giyilmesi menedilmiştir. Avretini örtmesi sıcak ve soğuktan korunması için, belden aşağısını izâr’la, belden yukarısını da ridâ ile örter. Feteva-ı Hindiyye’de: “Avret yerlerinin örtülmesi şartı ile, ihramın bir parçadan ibaret olması caiz olur. Tatarhaniyye’de de böyledir.
İzâr; göbekten dizkapağına kadar olan yeri örten bir peştemaldır.
Ridâ ise; sırta, omuzlara ve göğüse örtülen havludur. İzâr göbeğin üstüne bağlanır. İhramı iğne ile tutturmak veya iple bağlamak kötü bir iştir. Ancak böyle yapan kimseye de birşey gerekmez. Bahru’r Raik’te de böyledir.
İhrama giren kimse; ridâ’sını sağ omuzunun altından alır ve sol omuz başına kor, böylece sağ omuzu açıkta kalır. Hizanetü’l Müftin’de de böyledir” hükmü kayıtlıdır .
Başını açar, çoraplarını ve ayakkabılarını çıkarır. Terlik ve benzeri şeyler giyer. Bayanlar normal kıyafetlerini değiştirmezler.
Bundan sonra, kerâhat vakti değilse iki rek’at “ihram namazı” kılar. Hz. Cabir’den (r.a.) rivayet edilmiştir ki; “Resûl-i Ekrem (s.a.v.)”Zül’l-Huleyfe”de ihrama girdikten sonra iki rek’at namaz kıldı.” Dolayısıyla mükellef, ihrama girdikten sonra iki rek’at namaz kılar ve şöyle der :
“Allâhümme innî ürîdül hacce feyesirhü lî vetekabbelhü minnî”
Manası: “Allah’ım!.. Ben haccetmek istiyorum, niyetim budur. Bunu bana kolay kıl ve benden kabul buyur.”
Hacca niyet eden kimse bunu söyler. Eğer “Umre’ye” niyet ederse, hacc yerine umreyi söyler!..
Daha sonra yüksek sesle Telbiye getirir. Bayanlar telbiye söylerken seslerini yükseltmezler. Telbiye’den murad şu duayı okumaktır :
“Lebbeyk Allâhümme lebbeyk; lebbeyke lâ şerikeleke lebbeyk, innelhamde venni’mete leke vel’mülke lâ şerîkeleke”
Manası: “Emrine hazırım!.. Allah’ım, emrine hazırım!.. Emrine hazırım, senin kat’iyyen şerikin (ortağın) yoktur!.. Emrine hazırım!.. Şüphe yok ki; hamd da, nimet de, mülk de, sadece sana mahsustur. Kat’iyyen Senin ortağın yoktur.”
İhrama niyyet etmeden; sadece telbiye söyleyen kimse “Muhrim” olmaz. Serahsi’nin Muhıyt’inde de böyledir. Zira ibadet; ancak niyyet ile hasıl olur. Hem niyyet eden, hem de telbiye getiren mükellef “Muhrim” durumdadır. Namazlarının sonunda, yüksek bir yere çıktığı, bir vadiye indiği veya bir kafile ile karşılaştığı zaman telbiye getirir. Ayrıca seher vakitlerinde yüksek sesle telbiye duasını okur. Hanefi fûkahası; her durum değişikliğinde telbiye’nin yüksek sesle (Fakat, gırtlağı zorlamadan) okunmasının müstehab olduğu hususunda ittifak etmiştir.
Niyet ve telbiye’nin yapılmasıyla ihrama girilmiş ve “ihram yasakları” başlamış olur.
KADINLARIN İHRAMI
İhrama girme konusunda kadınlar da erkekler gibidir. Ancak kadınlar normal elbise ve kıyafetlerini değiştirmezler. Çorap, ayakkabı ve eldiven giyebilirler. Başlarını örterler. Fakat yüzlerini açık bırakırlar. Telbiye ve tekbir getirirken, dua ederken seslerini yükseltmezler.
Özel hallerinde bulunan kadınlar ihrama girerken şu hususu dikkate almalıdırlar: Şayet adetleri bitmeden Arafat’a çıkmak zorunda kalacaklarsa, ifrad haccına niyet etmelidirler.
İHRAMA GİRME YERLERİ (MİKAT SINIRLARI)
Önce kelime üzerinde duralım. “Mikat”; sınırlanmış vakit manasına gelir ama, yer için istiare edilmiştir. Yani ihrama girme yeri manasınadır.
Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.): “Hiç kimse mikat’a tecavüz edemez, ancak oradan ihramlı olarak geçebilir” buyurduğu bilinmektedir. Bu Hadis-i Şerifi esas alan Hanefi fûkahası; “İster hacc, ister umre, isterse başka bir niyyetle olsun (ticaret, seyahat vs.) hiç kimse mikatlardan ihramsız olarak geçemez. Zira ihramın vacip olması, o mekâna ta’zim ve hürmet içindir. Dışardan gelen kimseler Resûl-i Ekrem (sav)’in beyan buyurduğu mikatlara geldikleri zaman, ihrama girmeleri farz olur” hükmünde ittifak etmiştir.
İbn-i Ömer ‘den (r.a.) rivayet edilen bir Hadis-i Şerif’te Resûl-i Ekrem (s.a.v.): ” Medine’liler Zü’l-Huleyfe’den, Şamlılar Cuhfe’den, Necidliler Karn’dan, Yemenliler de Yelemlem’den ihrama girerler” buyurmuştur.
Hz. Aişe (r.a.) validemizden rivayet edilen diğer bir Hadis-i Şerif’te: “Peygamber (s.a.v.) Medineliler için Zü’l-Huleyfe’den, Şamlılar ve Mısırlılar için Cuhfe’den, Iraklılar için Zat-ü Irk’dan, Yemenliler için Yelemlem’den ihrama girmeyi mikat tayin buyurdu”. İbn-i Abbas’dan (r.a.) da, aynısı rivayet olunmuştur.Hz. Ömer (r.a.) halka karşı bir hutbesinde: “Sizden kim hacc için ihrama girmek isterse, mikattan başka yerden girmesin.
Peygamberimizin gösterdiği mikatlar ise şunlardır: “Medineliler ve oradan geçerek olan yabancılar için “Zü’l-Huleyfe”, Şamlılar ve ordan geçecek gelen yabancılar için “El Cuhfe”, Necidliler ve ordan geçerek gelen yabancılar için “Karn”, Yemenliler ve ordan geçerek gelen yabancılar için “Yelemlem” ve nihayet Iraklılar ve o yolla gelen diğer müslümanlar için “Zat-ü Irk”tır.”
Şimdi bu mikatlar hakkında kısaca bilgi verelim:
Zü’l-Huleyfe:Medineliler ve Medine’den geçerek hacca giden müslümanlar için mikattır. Medine’ye olan uzaklığı 7,5 km. civarındadır. Mekke-i Mükerreme’ye olan uzaklığı ise; 413 km.’dir.
Zat-ü Irk:Irak’lıların ve Irak üzerinden hacca gidecek olan kimselerin mikatıdır. Akik vadisine bakan “Irk” dağından isimlendirilmiştir. Fûkaha’dan bazıları akik vadisinde ihrama girmenin efdal olduğuna kaildirler. Bu mikatın Mekke’ye olan uzaklığı 94 km.’dir.
El Cuhfe: Burası bir köydür. “El Cuhfe” denilmesinin sebebini İbn-i Abidin şu şekilde izah ediyor: “Cuhfe; kıyıda su kalıntısı manasına gelir. Bu yere, bu ismin verilmesi, bir zamanlar sel gelip ahalisini götürdüğü içindir. Asıl adı “Mehyea”dır. Lâkin söylendiğine göre nişanları kalmamış, yalnız bazı gizli kalıntıları vardır ki, onları da hemen hemen bazı Bedevi’lerden başka kimse tanıyamaz. Onun için Allahü alem. Hacılar ihtiyaten “Râbıd” denilen yerden ihrama girmeyi tercih etmişlerdir. Bazıları da “Rabiğ” derler. Bu mikatın; Mekke’ye olan uzaklığı 320 km.’dir.
Karn veya Karnü’l Menazil: Necidlilerin ve o istikametten hacca gelen kimselerin mikatıdır. Karn; Arafat’a doğru uzanan bir dağın ismidir. Mekke-i Mükerreme’ye olan uzaklığı 44 km. civarındadır.
Yelemlem: Yemenlilerin ve o yönden gelen yabancıların mikatıdır. “Yelemlem”; bir dağın ismidir. Bu mikatın Mekke’ye olan uzaklığı da 47-50 km. civarındadır.
Ticarî bir niyetle mikatlardan geçen, fakat Mekke’ye uğramaya niyyet etmeyen kimsenin ihrama girmesi vacip değildir. Mesela; mikatlarla harem arasında bulunan Cidde şehrine, ticari anlaşmalar için giden ve Mekke’ye uğramayı düşünmeyen kimse ihrama girmez.
Mikatlarla, Mekke arasındaki bölgede ikamet eden mü’minlerin mikat; “Hıll” ismi verilen mevkidir. Mekke’de ikamet eden mü’minler hacc ibadeti için ihrama evlerinde girerler.
Ancak umre yapmak isteyen Mekkeli, ihrama girmek için “Hıll” bölgesine çıkmak durumundadır. Feteva-ı Hindiyye’de: “Umre yapmak isteyen Mekkeli, hangi yönden isterse ordan Hıll’e çıkar. Muhıyt’te de böyledir. Ancak umre için en efdal olan mikat yeri “Ten’im”dir.” hükmü kayıtlıdır. Mikatlar içinde ikamet eden mü’minler, ihtiyaçlarından dolayı ihramsız olarak Mekke’ye girebilirler. Hanefi fûkahası; bu beldelerde oturan kimselerin giriş ve çıkışlarının devamlı olacağını esas alarak, her seferinde ihrama girmelerinde zorluk olduğunu beyanla, ihrama ihtiyaç olmadığına kail olmuştur.
İmam-ı Serahsi: “İbn-i Ömer (r.a.) Mekke’den Medine’ye gitmek üzere yola çıktı. Kadid adı verilen bölgeye geldiğinde kendisine “Medine’de fitne’nin zuhur ettiğine” dâir haber ulaştı. Bunun üzerine İbn-i Ömer (r.a.) Mekke’ye geri döndü ve ihrama girmedi. Bundan da anlaşılmaktadır ki, mikatlar dahilinde bulunanlar tıpkı Mekkeliler hükmüne dahildirler. Çünkü her zaman Mekke’ye girmeye ihtiyaçları vardır. Her seferinde ihrama girmek şart kılınsa; bu insanlar için açık bir zarar ve zorluktur” hükmünü zikreder.
HAC İÇİN İHRAMA NE ZAMAN GİRİLİR?
İhrama, “hac ayları” içinde girilir. Hac ayları, Şevval ve Zilkade ayları ile Zilhicce ayının ilk on günüdür. Bu aylar, hac menasikinin başladığı ve devam ettiği aylardır. Bazı islâm bilginleri mekruh olmakla birlikte hac ayları başlamadan önce de ihrama girilebileceğini söylemişlerdir. Ancak en uygunu ihrama hac ayları başladıktan sonra girmektir.
İHRAM YASAKLARI
İhrama giren kimse için bazı iş ve davranışlar yasaktır. Bunlara “ihram yasakları” denir. Bu yasaklar ihrama girildiği andan, yani niyet ve telbiye anından itibaren başlar, ihramdan çıkıncaya kadar devam eder
İhram’a giren mükellef Allahû Teâla’nın nehyettiğ herşeyden titizlikle sakınır. İmam-ı Merginani: “Muhrim; Allahû Teâla’nın kendisine yasakladığı cinsi temas, ma’siyet ve başkalarıyla çekişme, didişme’den sakınır. Bu hususta asıl olan Allahû Teâla’nın şu kavlidir: “Hacc bilinen aylardır. İşte kim onlarda haccı (Kendisine) farz eder (ihrama girer) se, artık hacda ne refes, ne füsûk, ne de cidal yoktur.” Bu nefy sigasıyla beyan buyurulan bir yasaktır. Yani bunlar yoktur demek, “bunlara yaklaşmayınız” manasınadır. Refes demek; cim’a (cinsi temas) veya fahiş kelâmdır. Ayrıca kadınların huzurunda cinsi temasla (Cim’a ile) ilgili sözdür. Füsûk ise; her türlü kötülüğü içine alır. Bu muhrim olan kimse için daha şiddetli bir haramdır. Cidal’e gelince; bu yol arkadaşlarıyla lüzûmlu-lüzûmsuz çekişme, mücadeledir. Bunların hepsi yasaklanmıştır” hükmünü beyan ediyor.
Kur’an-ı Kerim’de: “İhramlı bulunduğunuz süre içerisinde size kara avı haram kılındı” hükmü beyan buyurulmuştur. Dolayısıyla ihrama giren mü’minin, her türlü kara avından uzak durması şarttır. Zira ihramlı iken avlanmak haramdır.
İhramlı kimsenin “ihram yasakları” na uyması vaciptir. Yasakları ihlal edenlere, yasağın çeşidine ve ihlal biçimine göre değişen cezalar gerekir.
İhramlı için yasak olan şeyler şunlardır:
– Cinsel ilişkiye girmek veya sevişmek, öpüşmek, oynaşmak… gibi cinsel ilişkiye götüren davranışlarda bulunmak. Şehevi duyguları tahrik edici şeyleri konuşmak.
– Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.): “Hacı, saçları dağılmış, tozlanmış, güzel kokuyu ve yağlanmayı terk ettiği için, kokan kişidir” Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası: “İhramlı kimse güzel koku sürünmez. Başının ve bedeninin kıllarını traş etmez, tırnağını kesmez ve ondan bir parça bile olsa koparmaz. Eli ile kokulu şeylere dahi dokunmaz, yağ sürünmez ve yağlanmaz (Krem kullanmaz), saçını ve sakalını çöven (hatmi) ile yıkamaz, çünkü o sabun hükmündedir. Ayrıca başını kaşımaz, şayed ihtiyaç sebebiyle kaşıyacak olsa kıllarının kopmaması için yavaş yavaş karışır hükmünde ittifak etmiştir.
– İhramlı olan kimse; gömlek ve şalvar gibi (dikilmiş) elbiseler giymek, eldiven, çorap, topuklu ayakkabı giymek,sarık, külâhla başını ve yüzü örtmek, kaftan ve mest giymek. Ancak nalinleri (Takunya, naylon vs..) bulunmazsa; ayakkabı kayışının bağlandığı yerin hizasından itibaren mestlerinin arka tarafını keserek kullanabilir. Zira Resûl-i Ekrem’den (s.a.v.) bu hususuta rivayet mevcuddur, denilmiştir ki: “Peygamber (s.a.v.) ihramlı kimsenin; gömlek, şalvar, sarık, külâh, kaftan ve mest giymesini Nehyetti ve sonunda dedi ki: “Ne de mestlerini. Ancak iki nalin bulunamazsa mestlerinin kaabları hizasından arkasını keser””. Hişam’ın, İmam-ı Muhammed’den (r.a.) rivayet ettiğine göre burada “Kaab”; yumru olan mafsal kemiği değil, nalin kayışının dip kısmındaki ayağın mafsallarıdır.
Vefat eden ihramlı bir kişi hususunda Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.): “Onun yüzünü ve başını örtmeyiniz. Zira o kıyamet gününde telbiye getirirken yeniden diriltilecektir” Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası; “İhramlı kimse yüzünü ve başını örtmez” hükmünde ittifak etmiştir.
Kadınlar normal giysilerini çıkarmazlar. Ancak ihram süresince yüzlerini açık bulundururlar.
– Safran, vers ve usfur ile boyanmış elbise giyemez. Zira Resûl-i Ekrem (s.a.v.): “ihramlı kimse za’feran ve vers dokundurulmuş elbiseyi giyemez” buyurmuştur. Ancak bu kokulu bitkilerin dokunduğu elbiseler çok iyi yıkanırsa ve kokusundan eser kalmazsa durum değişir. İhramlı kimsenin gusül abdesti almasında bir beis yoktur. Zira Hz. Ömer (r.a.) ihramlı olduğu halde gusül abdesti almıştır.
– Haremin (Mekke ve çevresinin) otunu ve kimsenin mülkünde olmayan ağacını bitkilerini kesmek, kopartmak caiz değildir. Hanefi fûkahası, Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.): “Haremin yeşil otu biçilmez ve dikeni de kesilmez” Hadis-i Şerifini esas almıştır. Ancak kuru ot ve izhir otu müstesnadır. Feteva-ı Hindiyye’de: “İhramlı olan kimse haremin ağaçlarını ve otunu kesip-koparamaz. Ancak izhir (boya) otu müstesnadır. Tahavi Şerhinde de böyledir” hükmü kayıtlıdır.
– Avlanmak.İhramlı olan kimse avlanmadığı gibi, av ile meşgul olan kimselere yol gösteremez ve avın bulunduğu yeri işaretle de olsa belirtemez. Zira Ebû Katede’den (r.a.) bu hususta şu rivayet yapılmıştır: “Ebû Katede (r.a.) ihramlı olmadığı bir sırada, vahşi bir hayvanı avladı. Yanındaki arkadaşları ise ihram içerisinde idiler. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) ihramlı olan arkadaşlarına: “Siz işaret ettiniz mi, vurmasına delâlet ettiniz mi, yardımda bulundunuz mu?” diye sordu. İhram içerisinde olanlar cevaben dediler ki: “-Hayır, kat’iyyen biz bunları yapmadık”. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.): “O halde etinden yiyebilirsiniz” buyurdular.”
– Başkalarına zarar vermek, kavga etmek, sövmek, kötü söz ve davranışlarda bulunmak.
İhramlı için şunlar yasak değildir:
İhramlının yıkanması, kokusuz sabun kullanması, diş fırçalaması, diş çektirmesi, kırılan tırnağı ve zarar veren bir kılı koparması, kan aldırması, iğne yaptırması, yara üzerine sargı sardırması, kol saati, yüzük ve bilezik takması, kemer kullanması, omuza çanta asması, yüzü ve başı örtmeden üzerine battaniye, pike ve benzeri şeyler alması, palto ve benzeri giysileri giymeksizin omuza alması yasak değildir.
İşte, usulüne göre ihrama giren hacı adayları, ihram yasaklarına riayet ederek, telbiye, tekbir, tehlil ve salavat-ı şerife söyleyerek, Mekke’ye ulaşırlar. Harem bölgesine ulaştıklarından dolayı dua ederler. İsteyenler Dua kitabındaki Mekke’ye Girişte Okunabilecek duayı okuyabilirler.
Evlere yerleşip dinlendikten sonra fazla vakit geçirmeden telbiye ve tekbir getirerek Harem-i Şerif’e giderler. Kabe’yi görünce telbiyeyi kesip tehlil ve tekbirlerle dua ederler. Daha sonra “Umre tavafı” nı yaparlar.
TAVAF |
TAVAF NEDİR?
“Tavaf”, Hacer-i Esved köşesinden veya hizasından başlayarak tavaf niyetiyle Kâbe’nin etrafında yedi defa dönmektir. Her bir dönüşe “Şavt” denir. Yedi şavt bir tavaf olur.
TAVAFIN YAPILIŞI
Hacer-i Esved hizasına gelmeden: “Allah’ım! Senin rızan için Umre tavafı yapmak istiyorum. Bunu kolaylaştır ve kabul eyle” diye niyet edilir.
Tavafa başlamadan önce erkekler “Iztıba” yaparlar. Böylece Hacer-i Esved’in hizasına doğru gidilir. Bu esnada tekbir, tehlil getirilmesi ve dua edilmesi uygun olur.
Hacer-i Esved’in hizasına varılınca eller, içleri Kâbe’ye doğru olacak şekilde namaza durur gibi omuz veya kulak hizasına kadar kaldırılıp “Bismillahi Allahu Ekber” denildikten sonra Hacer-i Esved “istilam” edilir. İstilam, elleri Hacer-i Esved’in üzerine koyup onu öpmek demektir. Ancak hac mevsiminde bu mümkün olmamaktadır. Bu sebeple Hacer-i Esved’e uzaktan elle işaret edilip sağ avucun içi öpülmekle yetinilir.
Hacer-i Esved’i istilam etmek sünnettir. Başkalarına eziyet etmek ise haramdır. Sünneti yerine getireceğim diye insanlara eziyet vermekten ve böylece haram işlemekten şiddetle sakınılmalıdır.
Bundan sonra Kâbe sola alınarak tavafa başlanır. Tavafa başlarken ve her şavtın başında:
“Allah, bütün eksikliklerden uzaktır. Hamd, Allah’a mahsustur. Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. Allah en büyüktür. Bütün güç ve kuvvet şanı yüce ve azamet sahibi Allah’a aittir.
Salat ve selam, efendimiz Muhammed aleyhi’s-selama olsun. Allah’ım! Sana iman ederek, Kitabını tasdik ederek, verdiğim sözü yerine getirerek ve Peygamberinin sünnetine uyarak bu ibadetimi yerine getiriyorum” diye dua edilmesi güzel olur.
Tavafın, Hatim’in dışından yapılması gerekir. Tavafın ilk üç şavtında mümkün olduğu sürece erkekler “Remel” yaparlar.
Tavaf esnasında dua edilir, tekbir ve tehlil getirilir. Kur’an okunabilir. Tavafta telbiye getirilmez. En uygunu herkesin içinden geldiği gibi ihlâsla ve samimiyetle dua etmesidir. Mutlaka bir takım Arapça duaların okunması şart değildir. İsteyenler Dua kitabında yer alan tavaf dualarını okuyabilirler.
Tavafın kesintisiz olarak yapılması sünnettir. Bu sebeple tavaf sırasında farz namaz için kamet getirilmesi, abdestin bozulması, ya da tavafı kesmeyi gerektiren başka bir mazeretin ortaya çıkması gibi durumların dışında tavafa ara verilmemelidir.
“Yemen” köşesine gelindiğinde, bu köşe de istilam edilir. Diğer köşeler istilam edilmez.
Yemen köşesi ile Hacer-i Esved köşesi arasında;
“Rabbimiz! Bize dünyada iyilik ver. Ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru. İyilerle birlikte cennete koy. Ey mutlak güç sahibi! Ey günahları çok bağışlayan! Ey alemlerin Rabbi! ” duasının okunması güzel olur.
Hacer-i Esved köşesine ya da hizasına varılınca ilk şavt tamamlanmış olur. Beklemeden tekrar istilam yapılarak ikinci şavta devam edilir. Diğer şavtlar da aynı şekilde yapılır. Yedinci şavtın sonunda Hacer-i Esved tekrar istilam edilerek tavaf bitirilir. Sonra Harem-i Şerif’in uygun bir yerinde iki rekat tavaf namazı kılınır. Tavaf namazının, kerahat vakti değilse tavafın hemen peşinden kılınması daha iyidir.
Tavaf namazından sonra dua edilir ve zemzem içilir. İsteyenler dua kitabında yer alan tavaf namazı duasını okuyabilirler. Ancak herkesin kendi dilinde içinden geldiği gibi dua etmesi daha güzeldir.
Sonra Hacer-i Esved tekrar istilam edilerek sa’y yapmak üzere Safa tepesine gidilir.
ZİYARET TAVAFI
Ziyaret tavafı, haccın farzlarındandır. Haccın iki rüknünden birisidir. Buna “İfada tavafı” da denir.
Ziyaret tavafının vakti, bayramın ilk günü gece yarısından itibaren başlar, ömrün sonuna kadar devam eder. Uygulamada ziyaret tavafı, tıraş olup ihramdan çıktıktan sonra yapılmaktadır. Ziyaret tavafının, bayramın ilk üç gününde yapılması usûle uygun ise de, daha sonraki günlerde de yapılabilir.
Önce, “Allah’ım! Senin rızan için ziyaret tavafı yapmak istiyorum. Bunu kolaylaştır ve kabul eyle” diyerek niyet edilir. Daha sonra Hacer-i Esved hizasına gelerek “Tavafın Yapılışı” konusunda anlatıldığı gibi tavafa başlanır ve yedi şavtla tavaf tamamlanır. Tavaf tamamlandıktan sonra belirtildiği şekilde tavaf namazı kılınır. Böylece haccın ikinci rüknü de tamamlanmış olur. Ziyaret tavafının tamamlanmasıyla hac ihramından çıkışın ikinci aşaması da gerçekleşmiş olur. Buna “ikinci tehallül” denir. Böylece eşiyle cinsel ilişki yasağı da ortadan kalkmış olur.
Ziyaret tavafının, tıraş olup ihramdan çıktıktan sonra yapılması sünnete daha uygundur.
Özel hallerinde bulunan kadınlar, ziyaret tavafını bu halleri sona erinceye kadar ertelerler.
Arafat’a çıkmadan önce haccın sa’yini yapmamış olanlar, ziyaret tavafından sonra bu sa’yi yaparlar.
VEDA TAVAFI
Hacca uzaklardan yani Mikat sınırları dışından gelmiş olanların (Afakilerin) Mekke’den ayrılmadan “Veda Tavafı” yapmaları vaciptir. Bu, hacıların hacla ilgili olarak yapacakları son görevdir (nüsüktür). Buna “Sader Tavafı” da denir.
Veda Tavafı, “Allah’ım! Senin rızan için Veda tavafı yapmak istiyorum. Bunu kolaylaştır ve kabul eyle” diye niyet edilerek tıpkı diğer tavaflar gibi yapılır. Tavafın arkasından, tavaf namazı da kılındıktan sonra çokça dua edilir, af ve mağfiret dilenir. Göz yaşı dökülür. İsteyen Dua kitabındaki veda tavafından sonra okunacak duayı okuyabilir.
Nihayet ayrılığın üzüntüsü içinde göz yaşlarıyla Kâbe’ye ve Mescid-i Harama veda edilir.
Ziyaret tavafından sonra herhangi bir nafile tavaf yapılıp veda tavafı yapılmadan Mekke’den ayrılma durumunda kalınmışsa, yapılan bu nafile tavaf, veda tavafı sayılır.
Özel hallerinde bulunan kadınlar, bu durumları sona ermeden Mekke’den ayrılmak zorunda kalırlarsa, veda tavafı yapmazlar, bundan dolayı bir ceza da gerekmez.
SA’Y |
SA’Y NEDİR?
“Sa’y” kelimesi; koşmak, hızlı yürümek anlamına gelmektedir. Hac ve umrede Kâbe’nin doğu tarafındaki “Safa” tepesinden başlayarak “Merve” ye dört gidiş, Merve’den Safa’ya üç dönüş olmak üzere bu iki tepe arasındaki gidiş-gelişe denir. Safa’dan Merve’ye her bir gidişe ve Merve’den Safa’ya her bir dönüşe “şavt” denir. Safa ile Merve arasındaki yaklaşık 400 metre uzunluğundaki yürüme alanına “Mes’a” denir.
Sa’y yapmak vaciptir. Sa’yin aslı, Hz. Hacer’in henüz kendisini emmekte olan oğlu Hz. İsmail için su ararken bu iki tepe arasında koşması hatırasına dayanmaktadır.
SA’YİN YAPILIŞI
Hacer-i Esved istilam edilerek Safa tepesine çıkılır.
“Allah’ım! Senin rızan için umre sa’yini yapmak istiyorum. Bunu kolaylaştır ve kabul eyle.” diye niyet edildikten sonra Kâbe’ye dönülerek tekbir, tehlil, salavat okunur ve içtenlikle dua edilir. Sonra Merve tepesine doğru yürünür.
Sa’y esnasında herkes içinden geldiği şekilde dua eder. İsteyenler dua kitabındaki sa’y dualarını okuyabilirler. Yeşil ışıklı direklerin arasında, erkekler koşar adımlarla yürürler. Buna “Hervele” denir. Yeşil direkler arasında her gidiş ve gelişte:
“Rabbim! Günahlarımızı bağışla. Bize merhamet et. Bize ikram et. Bizim bildiğimiz ve bilmediğimiz bütün kusurlarımızı biliyorsun, bunları affet. Çünkü Sen mutlak güç, kerem ve ihsan sahibi olansın.” diye dua edilmesi güzel olur.
Merve’ye varınca bir şavt tamamlanmış olur. Burada da yine Kâbe’ye yönelerek tekbir, tehlil ve salavat-ı şerife getirilip dua edilir. Sonra Merve’den Safa’ya doğru yürünür. Safa’ya varınca ikinci şavt tamamlanmış olur. Diğer şavtlar da aynı şekilde yapılır. Yedinci şavt tamamlandıktan sonra Merve’de Kâbe’ye karşı dönülerek dua edilir. İsteyen dua kitabında yer alan Sa’y bittikten sonra Merve’de okunabilecek duayı okuyabilirler. Fakat en güzeli, içe doğan duaların yapılmasıdır. Bundan sonra tıraş olup ihramdan çıkılır.
TRAŞ OLUP İHRAMDAN ÇIKMAK
İhramdan ancak saçlar tıraş edilmek suretiyle çıkılır.
Erkekler saçlarını dipten tıraş eder veya kısaltırlar. Kadınlar ise saçlarının ucundan bir miktar keserler. Kısaltmada saçların uçlarından alınacak miktar, parmak ucu uzunluğundan daha az olmaz. Tıraş olduktan sonra umre ihramından çıkılmış olur. Hac için tekrar ihrama girinceye kadar eşiyle cinsel ilişki dahil, bütün ihram yasakları kalkar.
İhramdan çıkma aşamasına gelmiş ihramlı kimseler, birbirlerini tıraş edebilirler. Bu aşamaya gelmedikçe ihramlılar bir başkasını tıraş edemezler.
Kıran ve ifrad haccına niyet edenler ihramlı kalmaya devam ederler. Bu aşamada kesinlikle ihramdan çıkamazlar.
Temettu haccına niyet etmiş olanlar böylece umrelerini bitirip ihramdan çıktıktan sonra, hac için ihrama girinceye kadar Mekke’de ihramsız olarak kalırlar. Bu günlerini mümkün mertebe iyi değerlendirmelidirler. Beş vakit namazlarını Harem-i Şerifte kılmaya ve fırsat buldukça bol bol nafile tavaf yapmaya özen göstermelidirler. Uzaktan gelenlerin nafile namaz kılmak yerine, nafile tavaf yapmaları daha uygundur. Tavaf ve namazın dışında Mescid-i Haram’da Kur’an-ı Kerim tilaveti, dua, zikir ve tesbihatla meşgul olurlar. Hac için ihrama girinceye kadar böylece ibadetlere devam edilir. Zamanı gelince hac için ihrama girilip vakfe için Arafat’a çıkılır.
HACCIN SA’YI
Sa’y yapmak, haccın vaciplerindendir. Arafat’a çıkmadan önce haccın sa’yini yapmamış olanlar ziyaret tavafının ardından, “Allah’ım, Senin rızan için hac sa’yini yapmak istiyorum, bunu kolaylaştır ve kabul eyle” diye niyet ederek daha önce “Sa’y” konusunda belirtildiği şekilde hac sa’yini yaparlar.
Hac sa’yinin, tıraş olup ihramdan çıktıktan sonra yapılması sünnete daha uygundur. Bundan sonra hacı, Mekke’de kaldığı süre içinde beş vakit namazı Harem-i Şerif’te kılmaya özen gösterir. Bol bol nafile tavaf yapar. Mekke’den ayrılacağı sırada da “Veda Tavafı” yapar.
ARAFAT VAKFESİ |
ARAFAT VAKFESİ
HAC İÇİN İHRAMA GİRİŞ VE ARAFAT’A ÇIKIŞ
Temettu haccına niyet edip de umresini yapmış ve böylece Mekke’de kalmakta olan hacı adayları uygulamada, hac için ihrama genellikle Zilhicce’nin sekizinci günü (Terviye günü) girmektedirler.
Buna göre Zilhicce’nin sekizinci gününe gelindiğinde Mekke’deki evlerde, umre ihramında belirtildiği şekilde ön hazırlıklar yapılır. Kerahat vakti değilse, iki rekat ihram namazı kılınır. Sonra: “Allah’ım! Senin rızan için hac yapmak istiyorum. Bunu kolaylaştır ve kabul eyle.” diyerek niyet edilir. Arkasından telbiye getirilerek hac için ihrama girilir. Böylece tekrar ihram yasakları başlamış olur.
Hac için ihrama girildikten sonra, Arafat’a çıkmadan önce nafile bir tavafın ardından haccın sa’yi yapılabilir. Haccın sa’yini bu şekilde önceden yapanlar artık “Ziyaret tavafı”ndan sonra sa’y yapmazlar. Fakat sünnete uygun olan, haccın sa’yinin Ziyaret tavafından sonra ve ihramsız olarak yapılmasıdır. Bu şekilde ihrama girildikten ve arzu edildiği takdirde haccın sa’yi yapıldıktan sonra kafile ile birlikte Arafat’a hareket edilir.
VAKFE NEDİR?
“Vakfe”, durmak demektir. Arafat Vakfesi ise belirlenen zamanda hac için ihramlı olarak Arafat sınırları içinde bulunmaktır. Arafat vakfesi, haccın en önemli rüknüdür. Çünkü süresi içinde orada bulunamayanlar o sene hacca yetişememiş sayılırlar. Hz.Peygamber “Hac Arafattır” buyurmuştur.
Arafat, Mekke’nin 25 km. Güney doğusunda bulunan geniş bir alanın adıdır. Arafat vakfesi bu alanda yapılır. Bu geniş alanın sınırları levhalarla gösterilmiştir. Arafat vakfesinin sahih olabilmesi için hac ihramına girmiş olmak ve belirlenen süre içinde Arafat’ta bulunmak gerekmektedir.
ARAFAT VAKFESİNİN ZAMANI
Arafat vakfesinin zamanı, Zilhiccenin 9. günü, yani Arefe günü öğleyin Güneş’in tepe noktasına gelip Batı’ya meyletmeye başladığı andan (Zeval vaktinden) bayramın birinci günü fecr-i sadık dediğimiz tan yerinin ağarmaya başladığı ana kadarki süredir. Bu süre içinde her ne halde olursa olsun (uykuda, baygın, vakfenin farkında olsun, ya da olmasın) bir an orada bulunan kimse vakfe farzını yerine getirmiş olur. Uygulamada ise Arafat vakfesinin yapılışı aşağıda belirtildiği şekildedir.
ARAFAT’TA ÖĞLE VE İKİNDİ NAMAZLARINI BİRLEŞTİREREK KILMAK
Öğle vaktine kadar çadırlarda ibadetle meşgul olunarak bu mübarek mekanın ve zamanın feyzinden ve bereketinden azami derecede istifade etmeye çalışan hacı adayı, öğleye doğru namaz için hazırlık yapar.
Öğle ezanı okunduktan sonra öğle ve ikindi namazları birleştirilerek kılınır. Buna “Cem-i takdim” denir. Öğle ve ikindi namazı birleştirilerek şöyle kılınır:
Ezan okunduktan sonra, önce öğlenin ilk sünneti kılınır. Sonra kamet getirilerek öğlenin farzı eda edilir. Selam verildikten sonra teşrik tekbiri getirilir. Arkasından tekrar kamet getirilerek ikindinin farzı kılınır. Selamdan sonra teşrik tekbiri getirilir. Böylece öğle ve ikindi namazı bir ezan ve iki kametle eda edilmiş olur.
Bu iki farz namazı arasında başka namaz kılmak mekruhtur. Bu sebeple öğlenin son sünnetiyle ikindinin sünneti kılınmaz.
Namazdan sonra Vakfe yapılır.
ARAFAT VAKFESİNİN YAPILIŞI
Arafe günü Arafat’ta öğle ve ikindi namazları birleştirilerek kılındıktan sonra ayağa kalkılarak kıbleye karşı dönülür. Arafat duasının ayakta yapılması müstehaptır. Telbiye, tekbir, tehlil ve salavat getirilir. Tevbe, istiğfar ve dua edilir. Esas olan herkesin içinden geldiği gibi dua etmesidir. Ancak isteyenler Dua kitabındaki Arafat Vakfesi duasını okuyabilirler. Bir süre bu şekilde vakfe yapılıp bol bol dua edildikten sonra hacılar Arafat’tan ininceye kadar kalan süreyi yine ibadet, dua ve zikirle değerlendirmeye çalışırlar.
Arefe günü hac ihramıyla Arafat’ta bulunmak, bir müslüman için en büyük nasiplerden biridir. Çünkü, bu kutsal yerde ve bu mübarek zaman diliminde yapılan ibadetler geri çevrilmez. Bu itibarla müslüman Arafat’ta gönlünü her türlü dünyevi düşünce ve gailelerden arındırarak, bütün samimiyetiyle Allah’a yönelmeli, el açıp yalvarmalı, içine düştüğü günahları hatırlayıp göz yaşları içinde tevbe etmeli, af ve mağfiret dilemeli, kendisi, anne-babası, kardeşleri, çocukları, yakınları, milletinin fertleri ve tüm müslümanlar için içtenlikle dua etmelidir.
Arafat’ta içinde bulunulan zaman diliminin her dakikasının çok büyük kıymeti vardır. Bu değerli vakitleri faydasız konuşmalarla, lüzumsuz meşguliyetlerle ve pek gerekli olmayan eş-dost ziyaretleri ile geçirip heba etmemelidir. Hele hele başkalarına sıkıntı ve eziyet vermekten, kötü söz ve davranışlardan, haklı bile olsa bir takım gereksiz tartışmalardan şiddetle sakınmalıdır. Bilinmelidir ki, bu mübarek yerde sevaplar nasıl kat kat olursa, günahlar da öylece katlanır.
Güneş battıktan sonra Arafat’tan Müzdelife’ye intikal başlayacağından, akşama yakın gerekli şahsi hazırlıklar yapılır. Güneşin batmasıyla birlikte Arafat’tan Müzdelife’ye doğru hareket başlar. Kafileler belli bir plan dahilinde yola çıkarlar. Akşam namazı, Müzdelife’de yatsı vaktinde, yatsı namazıyla birleştirilerek (cem-i tehirle) kılınacağı için, kendi vaktinde kılınmaz. Yolda yine telbiye, tekbir, tehlil, salavat ve duaya devam edilir. Elden geldiğince bu kıymetli vakitler değerlendirilmeye çalışılır. Müzdelife’ye varınca yatsı vaktinde, akşam ve yatsı namazı birleştirilerek kılınır.
MÜZDELİFE VAKFESİ |
MÜZDELİFE VAKFESİ
Müzdelife, Arafat ile Mina arasında ve Harem sınırları içinde kalan bir bölgenin adıdır. Müzdelife’nin sınırları levhalarla belirtilmiştir. Müzdelife’de vakfe yapmak haccın vaciplerindendir.
MÜZDELİFE VAKFESİNİN ZAMANI
Müzdelife vakfesi, bayram gecesi, gece yarısından itibaren güneşin doğuşuna kadarki süre içerisinde yapılır. Bu süre içinde her ne halde olursa olsun kısa bir an burada bulunan kimse vakfe görevini yerine getirmiş sayılır.
Ancak sünnete uygun olan, Müzdelife vakfesinin sabah namazından sonra yapılmasıdır. Şu kadar var ki, izdiham sebebiyle belirtildiği gibi gece yarısından sonra vakfe yapıp ayrılmakta bir sakınca yoktur.
MÜZDELİFE’DE AKŞAM VE YATSI NAMAZLARINI BİRLEŞTİREREK KILMAK
Yatsı vakti girip ezan okunduktan sonra kamet getirilerek ilk önce akşam namazı kılınır. Selam verdikten sonra teşrik tekbiri getirilir. Sonra ezan okunmadan ve kamet getirilmeden yatsının farzı kılınır. Selamdan sonra yine teşrik tekbiri getirilir. Böylece iki vaktin farzı bir ezan ve bir kametle eda edilmiş olur. Buna “Cem-i tehir” denir. Bundan sonra yatsının son sünneti kılınabilir. Daha sonra vitir namazı kılınır.
Akşam ve yatsı namazları bu şekilde birleştirilerek kılındıktan sonra “vakfe” yapılacak zamana kadar ibadetle meşgul olunur. İhtiyaç varsa istirahat edilir. Şeytan taşlamada (cemaratta) atılacak taşlar toplanır. Bu taşların Müzdelife’den toplanması zorunlu değildir. Başka yerden de toplanabilir. Taşlar nohuttan büyük, fındıktan küçük olmalıdır. Taşların temiz olmama ihtimali varsa yıkanır.
MÜZDELİFE VAKFESİNİN YAPILIŞI
Yukarıda belirtilen süre içerisinde, Arafat vakfesinde olduğu gibi, telbiye, tekbir, tehlil, salavat getirilir ve dua edilir. Asıl olan herkesin içinden geldiği gibi dua etmesidir. Ancak isteyenler Dua kitabındaki “Müzdelife Vakfesi Duası”nı okuyabilirler.
Müzdelife vakfesinden sonra Mina’ya hareket edilir. Kafileler belli bir plan çerçevesinde yola çıkarlar. Yol boyunca telbiye, tekbir ve tehlile devam edilerek Mina’da kalınacak çadırlara gelinir. İsteyenler burada bir müddet istirahat edip ihtiyaç giderirler. Daha sonra izdihamın olmadığı uygun bir zamanda Büyük Şeytanı (Akabe Cemresini) taşlamak üzere şeytan taşlama (cemarat) mahalline gidilir. Uygulamada Türk hacıları genellikle akşam namazından sonra taşlamaya götürülmektedir.
ŞEYTAN TAŞLAMAK (REMY-İ CİMAR) |
ŞEYTAN TAŞLAMAK (REMY-İ CİMAR)
Bayramın 1,2,3 ve 4 üncü günlerinde Mina’da bulunan ve “Büyük Şeytan-Akabe Cemresi”, “Orta Şeytan-Orta Cemre” ve “Küçük Şeytan-Küçük Cemre” diye adlandırılan üç taş kümesine usûlüne uygun olarak taş atmak haccın vaciplerindendir. Bayramın birinci günü Büyük Şeytana 7, ikinci, üçüncü ve dördüncü günlerinde ise her üç şeytana yedişerden 21’ er taş atılır. Taşlama küçükten büyüğe doğru yapılır. Ancak, Mina’da kalınmadığı takdirde dördüncü günü taş atılması gerekmez. Uygulamada bayramın dördüncü günü Mina’da kalınmadığı için bu gün taş atılmamaktadır.
Şeytan taşlama; kötülükleri, haksızlıkları, zulmü ve zorbalığı bir protesto anlamı taşır. Şeytan taşlayan hacı, bu hareketiyle şeytana, şeytanın yoluna uyanlara ve bütün kötülüklere karşı çıkışını sergilemiş ve kendisinin de bundan böyle asla şeytana uymayacağını ortaya koymuş olmaktadır.
TAŞLAMANIN YAPILIŞI
Taşların atıldığı kümeye yaklaşarak, atılacak taş, sağ elin baş ve şehadet parmaklarının uçlarıyla tutulur. “Bismillah, Allahu ekber rağmen li’ş-şeytani ve hizbih” diyerek atılır. Taşların her biri ayrı ayrı atılmalıdır. Hepsi birden atılırsa tek taş atılmış sayılır. Taşlar, kümelerin üzerine veya kümeleri kuşatan havuzlara düşecek şekilde atılmalıdır.
TAŞLAMANIN ZAMANI VE ATILACAK TAŞ SAYISI
Bayramın Birinci Günü: Bayramın birinci günü, Büyük Şeytana tarif edildiği şekilde “7” taş atılır. Atılan ilk taşla birlikte telbiyeye son verilir. Birinci günkü taşlamanın zamanı gece yarısından itibaren başlar, bayramın ikinci günü tan yeri ağarıncaya kadar devam eder.
Bayramın İkinci Günü: Bayramın ikinci günü, küçüğünden başlanarak her üç şeytana 7’şerden toplam 21 taş atılır. İkinci günkü taşlama zeval vaktinde yani öğleyin güneşin tepe noktasına gelip batıya yönelmesiyle birlikte başlar, gece tan yeri ağarıncaya kadar devam eder.
Bayramın Üçüncü Günü: Bayramın üçüncü günü de ikinci günde olduğu gibi küçük şeytandan başlamak üzere her üç şeytana 7’şerden toplam 21 taş atılır. Üçüncü günde taşlamanın zamanı zeval vaktinden yani öğleyin güneşin tepe noktasına gelip batıya yönelmesiyle birlikte başlar, gece tan yeri ağarıncaya kadar devam eder.
Bayramın Dördüncü Günü: Bayramın dördüncü günü tan yeri ağarıncaya kadar Mina’dan ayrılmamış olanlar, tan yerinin ağarmasından itibaren güneş batıncaya kadar her üç şeytana “7”şerden toplam 21 taş daha atarlar. Tan yeri ağarmadan Mina’dan ayrılanların bu günün taşlarını atmaları gerekmez. Uygulama da böyledir.
Taşlamalarda, çok kalabalık olan gündüzün izdihamlı saatleri yerine, tenha olan gece saatleri, ya da akşam saatleri tercih edilmelidir.
Küçük ve orta şeytanlara taş atıldıktan sonra, mümkünse bir kenara çekilip dua edilir. Büyük şeytana taş atıldıktan sonra beklenmez, orası hemen terk edilir.
TAŞLAMADA VEKALET VE ATILMAYAN TAŞLARIN KAZASI
Gücü yetenlerin taşları bizzat kendilerinin atmaları gerekir. Vekalet vererek başkasına attıramazlar. Hastalık, yaşlılık ve sakatlık gibi mazeretlerle taşları bizzat kendisi atamayacak durumda olanlar, vekâlet vererek taşları bir başkasına attırırlar.
Vaktinde atılamayan taşların, bayramın dördüncü günü güneş batıncaya kadar atılması vaciptir. Atılmadığı takdirde ceza gerekir.
HAC KURBANI (ŞÜKÜR HEDYİ) |
HAC KURBANI (ŞÜKÜR HEDYİ)
Temettu ve Kıran haccı yapanların, hac kurbanı (şükür hedyi) kesmeleri vaciptir. Her ne kadar sünnete uygun olan, hac kurbanının, büyük şeytana taş attıktan sonra kesilmesi ise de, taş atmadan önce de kesilmesi mümkündür. Hac kurbanı, Harem Bölgesi sınırları içerisinde, bayramın birinci günü tan yerinin ağarmaya başlamasından itibaren kesilir. Hac kurbanının etinden sahibi dahil herkes yiyebilir.
Temettu ve Kıran haccı yapanlar, Kurban kesme imkânı bulamazlarsa bunun yerine on gün oruç tutarlar. Bu on gün orucun üç günü, hacdan önce ve hac ihramına girdikten sonra (Mekke’de) tutulur. En uygunu 7, 8 ve 9. Zilhicce günlerinde tutulmasıdır. Geri kalan yedi gün ise, bayramın dördüncü gününden sonra olmak üzere, hacdan sonra tutulur. Bu yedi günün memlekete döndükten sonra tutulması daha uygundur. Bunların peşpeşe tutulması şart değildir.
TRAŞ OLUP İHRAMDAN ÇIKMAK
Bayramın birinci günü Büyük şeytana taş atılıp kurban kesildikten sonra tıraş olup ihramdan çıkılır. Her ne kadar sünnete uygun olan, önce Büyük Şeytana taş atmak, sonra kurban kesmek, daha sonra da tıraş olup ihramdan çıkmak ise de, taş atmadan, ya da kurban kesmeden önce de tıraş olup ihramdan çıkmak mümkündür.
Umre ihramından çıkış konusunda da anlatıldığı gibi, ihramdan çıkmak için erkekler saçlarını dipten tıraş eder veya kısaltırlar. Kadınlar ise saçlarının ucundan bir miktar keserler. Böylece hac ihramından çıkışın birinci aşaması gerçekleşmiş olur. Buna “ilk tehallül” denir. Bu aşamada eşiyle cinsel ilişki dışında bütün ihram yasakları kalkar. Cinsel ilişki konusundaki yasak ise, ancak Ziyaret tavafından sonra kalkar.
Hacılar, Kurban Bayramında şartlarını taşıyan her müslümanın kesmekte olduğu kurbanı (Udhiyyeyi) kesmek zorunda değillerdir. Fakat sevap kazanmak için nafile olarak kesebilirler. Nafile olarak bu kurbanı kesmek istedikleri takdirde vekâlet vererek memleketlerinde kestirmeleri daha uygun olur.
TEMETTU HACCI İLE İFRAT VE KIRAN HACCI ARASINDAKİ FARKLAR |
UYGULAMADA TEMETTU HACCI İLE İFRAT VE KIRAN HACCI ARASINDAKİ FARKLAR
Buraya kadar hac ibadeti yerine getirilirken nerede, nasıl hareket edileceği, Temettu haccı esas alınarak anlatılmaya çalışıldı. Şimdi İfrat haccı ve Kıran haccının, Temettu haccından farklı olan taraflarına kısaca işaret edelim.
İFRAD HACCI
Bilindiği gibi ifrad haccı, umresiz yapılan hacdır. İfrad haccı yapacak olan kimse, Mikat sınırında veya daha önce ihrama girerken “Allah’ım! Senin rızan için hac yapmak istiyorum. Bunu kolaylaştır ve kabul eyle” diyerek yalnız hacca niyet eder ve telbiye getirir. Bu şekilde hac için ihrama girdikten sonra, artık bayramın birinci günü tıraş oluncaya kadar ihramdan çıkamaz.
İfrad haccı yapan kimsenin Mekke’ye varınca yapacağı ilk tavaf, Kudüm Tavafı dır. Bunun için “Allah’ım! Senin rızan için “Kudüm Tavafı” yapmak istiyorum. Bunu kolaylaştır ve kabul eyle” diye niyet eder. Tıpkı “Tavafın yapılışı” konusunda anlatıldığı şekilde Kudüm tavafını yapar.
İfrad haccına niyet edenler, hac ihramına girmiş olduklarından dilerlerse, haccın sa’yini Kudüm tavafının ardından yapabilirler. Bu takdirde Kudüm tavafını yaparken “Iztıba” ve “Remel” yaparlar. Bunlar, artık “Ziyaret tavafı”ndan sonra sa’y yapmazlar.
İfrad haccı yapanların Hac kurbanı (Şükür hedyi) kesmeleri gerekmez. Ancak arzu ederlerse sırf sevabını elde etmek için nafile olarak kesebilirler.
KIRAN HACCI
Kıran haccının, aynı yılın hac aylarında Umre ve Hacca birlikte niyet ederek ikisini aynı ihramla yapmak olduğunu belirtmiştik. Kıran haccı yapacak olan kimse, Mikat sınırında ya da daha önce ihrama girerken “Allah’ım! Senin rızan için umre ve hac yapmak istiyorum. Bunları kolaylaştır ve kabul eyle” diyerek, umre ve hacca birlikte niyet eder ve telbiye getirir. Bu şekilde niyet edip ihrama girdikten sonra bayramın birinci günü tıraş oluncaya kadar ihramdan çıkamaz.
Kıran haccı yapan kimsenin Mekke’ye varınca yapacağı ilk tavaf umre tavafıdır. Bunun için, “Allah’ım! Senin rızan için umre tavafı yapmak istiyorum. Bunu kolaylaştır ve kabul eyle.” diye niyet eder. Tıpkı “Tavafın yapılışı” konusunda anlatıldığı gibi umre tavafını yapar. Bu tavaftan sonra umrenin sa’yi yapılacağından tavafta “Iztıba” ve “Remel” yapılır. Tavaftan sonra sa’y bahsinde anlatıldığı şekilde umrenin sa’yi yapılır. Sa’ydan sonra tıraş olunmaz. Belirtildiği gibi, bayramın birinci gününden tıraş oluncaya kadar ihramda kalmaya devam edilir.
Kıran haccına niyet eden kimsenin, umresini tamamladıktan sonra Kudüm tavafı yapması sünnettir. Kudüm tavafından sonra isterse haccın sa’yini yapabilir. Bu takdirde artık Ziyaret tavafından sonra sa’y yapmaz. Sa’yi, Kudüm tavafından sonra yapacaksa, tavafta ıztıba ve remel yapar.
Bundan sonra Arafat’a çıkıncaya kadar bol bol nafile tavaf ve ibadetle meşgul olur. Beş vakit namazını Harem-i Şerif’te kılmaya özen gösterir.
Kıran haccı yapanların da, Temettu haccı yapanlar gibi, hac kurbanı (şükür hedyi) kesmeleri vaciptir.
HACC’LA İLGİLİ KUSUR EKSİKLİK VE CEZALAR |
İHRAM YASAKLARIYLA İLGİLİ KUSUR VE CEZALAR
Hac esnasında ihram yasaklarına uymamak, vaciplerden birini terk etmek, ya da ertelemek veya Harem Bölgesinde yapılmaması gereken bazı fiilleri yapmak gibi kusur ve eksiklikler, bir takım cezaları gerektirir. Bu cezalar, haccın kaza edilmesi, deve veya sığır (bedene) kesilmesi; koyun veya keçi (dem) kesilmesi; sadaka, bedel ödeme ve oruç tutmaktır. Şimdi bu cezaları gerektiren kusur ve eksiklikleri, tutum ve davranışları kısaca belirtelim.
HACCIN BOZULMASINA YOL AÇAN KUSUR
Hac için ihrama girdikten sonra henüz Arafat Vakfesi yapmadan cinsel ilişkide bulunmak haccın bozulmasına yol açar. Bu duruma düşen kimsenin, bozulan bu haccını yarım bırakmayıp tamamlaması, bunun yerine, gelecek yıllarda bu haccını kaza etmesi ve işlediği bu fiilden dolayı da bir koyun veya keçi (dem) kurban etmesi gerekir.
Umre için ihrama girdikten sonra, umre tavafını yapmadan cinsel ilişkide bulunan kimsenin de aynı şekilde umresi bozulmuş olur. Bu kimsenin, bozulan bu umreyi bırakmayıp tamamlaması, daha sonra bunu kaza etmesi ve işlediği suçtan dolayı da yine bir koyun veya keçi (dem) kesmesi gerekir.
DEVE VEYA SIĞIR (BEDENE) KESMEYİ GEREKTİREN KUSUR
Arafat Vakfesinden sonra, fakat henüz tıraş olup ihramdan çıkmadan (ilk tehallülden) önce cinsel ilişkide bulunan kimsenin, ceza olarak bir deve ya da sığır (bedene) kesmesi gerekir.
Ziyaret tavafını cünüp olarak yapan kimsenin, ceza olarak bir deve ya da sığır kesmesi gerekir. Cünüp olarak yapılan tavaf (hangi tavaf olursa olsun) abdestli olarak yeniden yapılırsa ceza düşer. Cünüp olarak yapılan tavafın abdestli olarak yeniden yapılması vaciptir.
KOYUN VEYA KEÇİ (DEM) KESMEYİ GEREKTİREN KUSURLAR
İhramlı iken Arafat Vakfesinden sonra tıraş olup henüz Ziyaret Tavafını yapmadan cinsel ilişkide bulunan, eşini şehvetle öpmek, okşamak gibi cinsel ilişkiye yol açan davranışlarda bulunan;
Saçın veya sakalın dörtte birini ya da başka bir uzvun tamamını tıraş eden;
Bir defada, aynı anda ve aynı yerde bütün tırnakları veya bir elin ya da bir ayağın tırnaklarının tamamını kesen;
Elbise olarak dikilmiş giysileri on iki saat boyunca veya daha fazla giyen;
Başı ve yüzü örten;
Ayakkabı giyen;
Bir defa da, aynı anda ve aynı yerde en az bir uzvun tamamına koku, yağ, jöle ve biryantin süren;
Kına yakan, saç ve sakal boyayan;
Mikat sınırını ihramsız geçen;
Sa’yi terk eden ya da hiçbir mazeret yokken sa’yi yürüyerek yapmayan;
Müzdelife vakfesini özürsüz olarak terk eden;
Şeytan’a hiç taş atmayan veya bir günde atılması gereken taşların yarıdan fazlasını süresi içinde atmayan;
Farz ve vacip tavaflarda setr-i avrete uymayan;
Ziyaret veya Umre tavafının son üç şavtını ya da sadece birini yapmayan;
Veda tavafı yapmayan;
Ziyaret ve Umre tavafını abdestsiz; Umre, Veda ve Kudüm tavaflarını cünüp halde yapan;
Arefe günü Arafat’tan güneş batmadan önce ayrılan; kimsenin ceza olarak bir koyun ya da bir keçi (dem) kesmesi gerekir.
FITIR SADAKASI KADAR SADAKA VERMEYİ GEREKTİREN KUSURLAR
İhramlı bir kimsenin 12 saatten daha az bir süre herhangi bir giysi ve ayakkabı giymesi, başı örtmesi;
Saç ve sakalın dörtte birinden az kısmını tıraş etmesi;
Bir elin veya bir ayağın tırnaklarının bir kısmını ya da ayrı ayrı yer ve zamanlarda tamamını kesmesi;
İhramlı ya da ihramsız birini tıraş etmesi;
Kudüm veya Veda tavafının abdestsiz halde yapılması;
Veda tavafı ile Sa’yin son üç şavtının yapılmaması ya da eksik yapılması ve bu şavtların mazeret yokken yürüyerek yapılmaması;
Şeytan taşlamada, bir günde atılması gereken taşların yarıdan çoğu atıldıktan sonra geriye kalanların atılmaması, ya da eksik atılması;
gibi eksikliklerden dolayı fıtır sadakası miktarı kadar sadaka vermek gerekir.
İhramdan çıkma aşamasına gelmiş olan ihramlıların başkalarını tıraş etmelerinden dolayı herhangi bir şey gerekmez.
BEDEL ÖDEMEYİ GEREKTİREN KUSURLAR
İhramlı halde Harem Bölgesinde karada yaşayan av hayvanlarını avlayan, yaralayan, onların tüylerini koparan, yumurtalarını kıran, avlayanlara yardımcı olan;
Kendiliğinden biten her türlü ağaç, bitki ve otların kesilmesi ya da koparılması, ihramlı olsun veya olmasın herkese haramdır. Bu sebeple Harem Bölgesinin ağaç ve bitkilerini kesip koparan, av hayvanına zarar veren kimse ceza olarak bedel öder. Bedel, kıymeti takdir edilerek tesbit edilir. Bunların bedeli takdir edilerek fakirlere verilir.
ÖZÜR SEBEBİYLE İHRAM YASAKLARINA UYMAMAK
Hastalık, kaza geçirme ve benzeri elde olmayan sebeplerle ihram yasaklarına uyamayan kimse, ceza ödeme konusunda muhayyerdir. Bu durumda olan kişi:
– İstediği yer ve zamanda peş peşe veya aralıklı olarak üç gün oruç tutar.
– Veya altı yoksula fıtır sadakası miktarı sadaka verir.
– Yahut Harem Bölgesinde istediği zaman bir koyun ya da keçi (dem) keser.
İHSAR
( HACC’DAN MENEDİLMEK VEYA GERİ KALMAK )
Molla hüsrev: İhsâr’ın lûgat manası, mutlak olarak men etmek, alı koymak demektir. Şer’an: “İhramlı olan mükellefi; hacc ve muresinin tamamına erişmesinden, düşman, hastalık veya meşru bir başka sebeble menedilmesine “İhsar” denilir” hükmünü beyan etmektedir. İbn-i Abidin: “İhsar lûgatta men etmek demektir. Yani korku, hastalık, acz gibi birşeyle menetmektir. Hapishaneye veya bir şehre kapamak suretiyle düşmanı kendisine men ederse buna “Hasr” denir. Nitekim Keşşaf ve diğer kitaplarda beyan edilmiştir. El Muğrib’te: “Meşhur olan budur” denilmektedir. Tamamı İbn-i Kemal’in şerhindedir. Şeriatta iki rükünden men etmektir. Bunlar vakfe ve hacc’da tavaftır. Lâkin ileride göreceğiz ki, umrede de ihsar tahakkuk etmektedir. Halbuki onun bir rüknü vardır, o da tavafdır. Hasılı “Hasr”; bir yerden çıkmayı men etmektir. İhsar ise; matlûba (Taleb edilen, hacc ve umre’ye) erişmeye hastalık ve düşman sebebiyle mani olmaktır” buyurmaktadır. Feteva-ı Hindiyye’de: “Hacc veya umre için ihrama giren; sonra da ihramın gerektirdiği fiilleri yapmaktan herhangi bir sebeple men edilen kimseye muhsar denir. Hacc’dan men edilme; ister düşman tarafından, ister hastalık, yaralanma, kırılma, hapiste bulunma ile veyahut da başka bir mani’den dolayı olsun hepsi müsavidir. Ulemamızın kavillerine göre, ihramın gerektirdiği vazifeler; hakiki ve şer’i olur. Bedai’de de böyledir. Bir mükellefi vasıtaya binmekten veya yürümekten alıkoyan hastalık; ihsarı sabit kılacak mahiyette bir hastalık sayılır. İhsar için sözkonusu olan düşman; müslüman, kâfir veya yırtıcı hayvan olabilir. Siracü’l Vehhac’ta da böyledir. Hacc yolunda gerekli olan nafakası çalınmış veya bindiği hayvanın (vasıtasını) kaybettiği için, yürümeye gücü yetmeyen kimse de muhsardır. Fakat bindiği hayvanını (vasıtasını) kaybeden kimsenin yürümeye gücü yetiyorsa, o kimse muhsar sayılmaz. İhrama girdiği zaman yanında kocası olmayan kadın, yanındaki mahremi ölen kadın, yanında mahremi olmadığı halde ihrama giren kadın ve kocası ölen kadın, birer “Muhsara”dırlar. Bedai’de de böyledir. Bir kadının mahremi yolda ölür ve kadınla Mekke arasında üç konak veya daha fazlası bir yolda ölür ve kadınla Mekke arasında üç konak veya daha fazlası bir mesafe bulunursa, bu kadın da muhsara hükmündedir” denilmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de: “Haccı da, Umre’yi de Allah için tam yapın. Fakat alıkonursanız, o halde kolayınıza gelen kurban(ı gönderin, bununla beraber) kurban yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin…” hükmü beyan buyurulmuştur. Bu Ayet-i Kerime’yi esas alan Hanefi fûkahası: “Hacc veya umre yapmasına mani olunmuş mükellefin ihramdan çıkması için; Mina’ya bir kurbanlık veya onun bedeli olan miktarı gönderip, kendi adına kestirmiş olması gerekir. Kurbanı gönderen şahısla (Muhsar’la), götüren şahıs arasında kurbanın ne zaman kesileceği hususunda önceden bir sözleşme yapılmalıdır ki, muhsar olan kimse -Kurban kesilmeden önce- ihramdan çıkmış olmasın” hükmünde ittifak etmiştir. Kurbanın kesilmesinden sonra ihramdan çıkan mükellef; eğer hacc-ı ifrad yapmaya niyetli idiyse, bu kimsenin bir yıl sonra bu ibâdeti edâ etmesi gerekir. Şayed niyyeti Hacc-ı Kıran yapmak idiyse; ihramdan çıkmak için iki kurban kestirir, sonra da iki Umre ve bir hacc yapması gerekir. Bu kurban, harem hududları içerisinde kesilir, kat’iyyen dışında kesilemez. Arafat’ta vakfe yapan kimse “Muhsar” olmaz. Zira vakfeden sonra ihsar hükmü yoktur. Fakat tavaf’tan ve vakfe’den engellenen Mekkeli için de ihsar hükmü geçerlidir. Umre’ye niyet eden mükellef; “Muhsar” duruma düşerse, kurbanı dilediği yerde kesebilir.
CEZALARIN ÖDEME ZAMANI VE YERİ
Hac esnasında yukarıda belirtilen kusur ve eksikliklerden doğan cezaları ödemek için belirli bir zaman yoktur. Ömrün sonuna kadar her zaman ödenebilir. Ancak cezaları bir an önce ödeyerek sorumluluktan kurtulmak daha iyidir.
Söz konusu cezalardan, kurbanların mutlaka Harem Bölgesinde kesilmesi gerekir. Etleri ise Harem Bölgesi fakirlerine verilebileceği gibi, Harem Bölgesi dışındaki fakirlere de gönderilebilir.
Sadaka, bedelini ödeme ve oruç cezalarının ödenmesi için belli bir yer yoktur. İstenilen her yerde bunlar ödenebilir.
Hac yaparken işlenen suç, kusur ve eksikliklerden dolayı gereken cezalar konusunda Din Görevlilerine veya fetva heyetine başvurulması uygun olur.
HANEFİ MEZHEBİNE GÖRE ERKEK İÇİN KISACA HAC VE UMRE YASAKLARI |
İHRAM YASAKLARI
Bir gün ya da bir geceden daha az bir zaman süresince dikişli elbise giyerse | Sadaka vermesi gerekir |
Bir gün ya da gecelik zaman süresince dikişli elbise giyerse | Fidye |
Bir özür sebebiyle ayaklara mest giyerse | Sadaka vermesi gerekir |
Hac için ihrama girdiği halde düşman veya hastalık gibi bir sebepten dolayı haccı tamamlayamadan ihramdan çıkarsa | Bir koyun kesmesi gerekir |
Kına sürünürse | Fidye |
Mikat yerlerinden ihrama girmeden geçip sonra geri dönüp telbiye getirerek ihrama girerse | Bir şey gerekmez |
İhrama telbiye getirmeksizin girerse | Bir koyun kesmesi gerekir |
Herhangi bir organın bir kısmına koku sürerse | Sadaka vermesi gerekir |
Bir özür sebebiyle bütün bir organına koku sürerse | Fidye |
Bir özrü yokken bütün bir uzvuna koku sürerse | Bir koyun kesmesi gerekir |
Bir özür sebebiyle tırnaklarını kısaltırsa | Fidye |
Bir özrü olmaksızın tırnaklarını kısaltırsa | Bir koyun kesmesi gerekir |
Bedendeki kılları tıraş edip yolarsa | Fidye |
Bir özür sebebiyle saçlarını tıraş ederse | Fidye |
Bir özür sebebiyle olmaksızın saçlarını tıraş ederse | Bir koyun kesmesi gerekir |
Yüzünü örterse | Sadaka vermesi gerekir |
Başını örterse | Fidye |
Karada yaşayan bir av hayvanını öldürürse | Ceza |
Harem’de kendiliğinden yetişen bitkileri koparırsa | Değerini öder |
Kendiliğinden yetişen küçük ağaçları keserse | Değerini öder |
Kendiliğinden yetişen büyük ağaçları keserse | Değerini öder |
Bir tek tırnağı keserse | Bir müd ölçeği yemek verir |
İhramlı, ihramlı olmayanı izniyle tıraş ederse | Sadaka vermesi gerekir |
İhramlı, ihramlıyı izni olmadan tıraş ederse | Tıraş olana fidye gerekir |
TAVAF YASAKLARI
Tavafı abdestsiz bir şekilde yaparsa | Bir koyun kesmesi gerekir |
Tavafı gusül abdestsiz (cünüp) bir şekilde yaparsa | Bir büyük baş hayvan kesmesi gerekir |
Tavafın üç şavtını (turunu) terk ederse | Bir koyun kesmesi gerekir |
Tavafta avret yerlerini örtmezse ve Mekke’nin dışına çıkarsa | Bir koyun kesmesi gerekir |
Hicr-i İsmail’in iç kısmından geçerek tavaf ederse ve Mekke’nin dışına çıkarsa | Bir koyun kesmesi gerekir |
Tavafı tersten yaparak Kabe’yi sağına alırsa ve Mekke’nin dışına çıkarsa | Bir koyun kesmesi gerekir |
Tavafın dolanma turlarını birbiri ardınca yapmazsa | Bir şey gerekmez |
Bir özrü olmadığı halde binek üzerinde tavaf ederse ve Mekke’nin dışına çıkarsa | Bir koyun kesmesi gerekir |
Kudüm tavafını terk ederse | Bir şey gerekmez |
Haccın bir rüknü olan ifada tavafını yaptıktan sonra iki rekat namaz kılmazsa | Bir koyun kesmesi gerekir |
Veda tavafını yapmazsa | Tekrar eder |
Umre yapan tavaftan önce cinsel ilişkide bulunursa | Bir koyun kesmesi ve ayrıca kaza etmesi gerekir |
Umre yapan tavafın ilk dört turunu yaptıktan sonra cinsel ilişkide bulunursa | Bir koyun kesmesi gerekir |
İfada tavafını Zilhicce ayının sonunda yaparsa | Bir koyun kesmesi gerekir |
İfada tavafından önce ilişkiye girerse | Bir büyük baş hayvan (bedene) kesmesi ve ayrıca kaza etmesi gerekir |
SA’Y YASAKLARI
Bir özrü olmadığı halde binek üzerinde sa’y ederse | Bir koyun kesmesi gerekir |
Safa ile Merve arasında sa’y etmeden önce tavaf yapmazsa | Bir koyun kesmesi gerekir |
Sa’ye Safa’dan başlamazsa | Bir koyun kesmesi gerekir |
Umre yapan sa’yden sonra henüz saçlarını tıraş etmeden cinsel ilişkide bulunursa | Bir koyun kesmesi gerekir |
Umre yapan sa’yden önce cinsel ilişkide bulunursa | Bir koyun kesmesi gerekir |
Sa’yın üç şavtını terk ederse | Bir koyun kesmesi gerekir |
Safa ile Merve arasında sa’y etmezse | Bir koyun kesmesi gerekir |
TIRAŞ OLMA YASAKLARI
Saçları tıraş ya da kısaltma işini terk ederse | Bir koyun kesmesi gerekir |
Saçları tıraş ya da kısaltma işini Harem bölgesinde yapmazsa | Bir koyun kesmesi gerekir |
Saçları tıraş ya da kısaltma işini kurban günlerinden sonraya bırakırsa | Bir koyun kesmesi gerekir |
MİNA YASAKLARI
Teşrik günlerinde Mina’da gecelemezse | Bir şey gerekmez |
İhramdan çıkmadan ilişkiye girip boşalırsa | Bir büyük baş hayvan kesmesi gerekir |
İhramdan çıkmadan önce şehvetle ilişkiye girer ama boşalmazsa | Bir büyük baş hayvan kesmesi gerekir |
ARAFAT YASAKLARI
Arafat’ta gündüz vakfe yapıp güneş batmadan önce oradan ayrılıp gece tekrar Arafat’a geri dönerse | Bir koyun kesmesi gerekir |
Arafat’ta gündüz vakfe yapıp güneş batmadan önce oradan ayrılıp gece tekrar Arafat’a geri dönmezse | Bir koyun kesmesi gerekir |
Arafat’ta vakfeden önce ilişkiye girmek | Bir koyun kesmesi ve ayrıca kaza etmesi gerekir |
Arafat’ta vakfeden sonra akabe cemresini taşlamadan ilişkiye girmek | Bir büyük baş hayvan kesmesi gerekir |
MÜZDELİFE YASAKLARI
Müzdelife’de gecelemeyi terk ederse | Bir şey gerekmez |
Müzdelife’de vakfe yapmazsa | Bir koyun kesmesi gerekir |
Müzdelife’de kurban günü güneş doğduktan sonra bulunursa | Bir koyun kesmesi gerekir |
TAŞ ATMA YASAKLARI
Cemreleri taşlamayı son teşrik gününe ertelerse | Bir koyun kesmesi gerekir |
Teşrik günlerinde üç taşlamayı terk ederse | Bir koyun kesmesi gerekir |
Taşlardan birini atmazsa | Sadaka vermesi gerekir |
Üç taşı atmazsa | Her taş için sadaka gerekir |
HEDY YASAKLARI
Kulak ya da kuyruğunun büyük kısmı olmayan hayvanı kurban ederse | Caiz değildir |
Kör ya da şaşı hayvanı kurban ederse | Caiz değildir |
Zayıf-cılız hayvanı kurban ederse | Caiz değildir |
Kesim mahalline yürüyemeyen topal hayvanı kurban ederse | Caiz değildir |
Ön veya arka ayaklarından biri kesik olan hayvanı kurban ederse | Caiz değildir |
RASULULLAH’IN HACC’I VE SONUÇLAR |
Müslim’in rivayet ettiğine göre: O dedi ki: Ebu Bekir bin Ebi Şeybe ve İshak bin İbrahim’in beraberce, Hatem’den naklederek bana anlattıklarına göre: Ebu Bekir şöyle demiştir: Hatem bin İsmail el-Medeni’nin, Ca’fer bin Muhammed’den, onun da babasından bana rivayet ettiğine göre, babası şöyle demiştir:
“Cabir b. Abdullah’ın yanında geldik, gelenlerin hepsini sordu. Bana sorunca dedim ki: “Ben, Hüseyin’in (r.a.) oğlu Ali’nin oğlu Muhammed’im.” Bunun üzerine elini başıma değdirerek, evvela üst düğmemi, sonra da alt düğmemi açtı. Avucunu göğsümün ortasına koydu Ben o zaman genç bir çocuktum. (Bana): “Merhaba, hoş geldin kardeşimin oğlu; dilediğini sor.” dedi. Kendisi kör idi. Namaz vakti gelmişti. Bir nesaceye (elbise) sarınarak ayağa kalktı. Nesaceyi küçük olduğu için omuzlarına yerleştirdikçe iki ucu geriye dönüyordu. Ridası da sol tarafında “mişceb” dedikleri elbise askısında asılı idi. Bize imam olup, namaz kıldırdı. Sonra: Bana “Rasulullah’ın haccını anlat”, dedim Eli ile dokuza kadar saydı ve dedi ki:
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem dokuz sene haccetmeden durdu. Onuncu senede hacc edeceğini insanlara ilan ettirdi. Bir çok halk Medine’ye gelmişti. Hepsi Rasulullah’ı örnek edinip, onun yaptığı gibi yapmak istiyordu. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte çıktık. Zülhuleyfe’ye gelince, Esma binti’ Umeys, Ebu Bekir’in oğlu Muhammed’i doğurdu. Bunun üzerine ne yapacağını sormak üzere, birini Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gönderdi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de kendisine: “Yıkan ve bir bezle kanın akmasını önle ve ihrama bürün.” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Zülhuleyfe mescidinde ikindi namazını kıldı. Sonra “Kisva” adındaki devesine bindi. Devesi kendisini Beyda denilen düzlüğe çıkarınca, gözüm gördüğü kadar baktım. Önünde, sağında, solunda ve arkasında gözün gördüğü kadar yaya ve binekli muazzam bir kalabalık vardı. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e Kur’an nazil oluyor, tevilini (manasını) de o biliyordu. O ne yaparsa biz de öyle yapıyorduk. Bir de:
“Lebbeyk, Allahümme lebbeyk, Lebbeyk, la şerike leke lebbeyke, inne’l-hamde ve’n-nimete leke ve’l-mülk, la şerike lek.”(İcabet ve icabey yalnız sana. Hamd senin, nimet senin, mülk de senindir. Senin asla ortağın yoktur.) diye tevhid ve telbiye’ye başladı. İnsanlar da telbiye ettikleri şekilde telbiye ettiler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onların telbiye şekline itirazda bulunmadı. Kendi yaptığı şekilde telbiyeye devam etti.”
Cabir (r.a.) şöyle devam etti: “Yalnız hacca niyet etmiştik. Hacc günlerinde Umre’nin yapılacağını bilmiyorduk. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte Beyt-i Şerif’e gelince, o Beyt’i öperek el sürdü. Üç defa remel yapıp (Acele yürümek), dört defa da tabii yürüyüşle yürüdü. Sonra, Makam-ı İbrahim’e gitti ve:
“İbrahim’in makamından bir namazgah edinin.” (Bakara: 125) mealindeki ayeti okudu. Makam-ı ile Beyt-i Şerif arasında yer aldı. İki rekat tavaf namazını kıldı. Namazda “Kul hüvel’lahü ehad” ile “Kul ya eyyühe’l-kâfirune” surelerini okuyordu. Sonra tekrar Beyt’e döndü ve onu öperek el sürdü. Sonra Safa’ya gitmek üzere Harem-i Şerif’in kapısından çıktı. Safa’ya yaklaşınca;
“Safa ile Merve, Allah’ın şiarlarındandır.” (Bakara: 158) mealindeki ayeti okudu. “Allah’ın başladığından başlayın” diyerek, Safa’dan sa’ye başladı ve hemen Safa’ya çıktı. Oradan Beyt’i görünce kıbleye döndü, Allah’ın birliğini ve büyüklüğünü ikrar ederek;
“Bir tek Allah’tan başka ilah yoktur. Şeriki de yoktur. Mülk O’nundur, hamd de O’na aittir. O, her şeye daima kadirdir. Bir tek Allah’tan başka ilah yoktur. O va’dini yerine getirdi, kuluna yardım etti. Tek başına (Hendek harbinde) hizipleri bozguna uğrattı.” dedi.
“Sonra bu arada üç defa dua etti ve yukarıdaki söylediklerini tekrarladı. Sonra Safa’dan inip, Merve’ye gitti. Ayakları vadinin ortasında karar kılınca, oradan çıkıncaya kadar sa’y etti. Merve’ye gelinceye kadar da yürüdü. Safada yaptığı gibi Merve’de de yaptı. Ta ki yürüyüşü Merve’de sona erdi. Dedi ki: “Şu anda düşündüğüm gibi düşünmüş olsaydım önce umre yapacaktım. Şu halde kurbanı getirmemiş olanlar ihramdan çıksın ve haccını umre’ye çevirsin.” Bunun üzerine Süraka b. Malik kalktı ve: “Yalnız bu sene mi hacc yerine umre yapılsın, yoksa daimi mi?” diye sordu. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem parmaklarını kenetledi ve: “Umre iki defa hacca girdi: hayır. daimi, daimi.” diye cevap verdi.
“Ali (r.a.) Yemen’den Nebi aleyhisselam’ın develeri ile birlikte gelmişti. Fatıma’yı (r.a.) ihramdan çıkmış olanlar arasında buldu.Üstünde, ihramda yasak olan boyalı bir elbise vardı. Gözlerine de sürme çekmişti. Ali (r.a.), onun bu durumunu beğenmedi. Fatıma (r.a.) ise: “Babam böyle emretti” diye cevap verdi.
Ravi diyor ki: “Ali (r.a.) Irak’ta şöyle diyordu: “Bunun üzerine, Fatıma’yı yaptığı bu işinden dolayı azarlamasını arzetmek ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kendisine söylediklerini Rasulullah’tan sormak üzere yanına gittim. Fatıma’ın durumunu beğenmediğimi söyleyince, dedi ki: “Fatıma doğru söylemiş, doğru söylemiş. Sen hacca niyet ettiğin zaman ne dedin?” (Ali:) Dedim ki, “Ya Rabbi, Rasulunun niyet ettiği gibi niyet ediyorum.” dedim. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Fakat benim kurbanlarım var. Şu halde ihramdan çıkma.” buyurdu.” Ravi devam ediyor: “Ali’nin (r.a.)Yemen’den getirdiği develerle Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in beraberinde getirdiği kurban develerinin toplamı yüz deve idi.”
Yine ravi devam etti: “İnsanların hepsi ihramdan çıkıp saçlarını kestiler. Yalnız Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile kurbanlarını beraberlerinde getirmiş olanlar ihramdan çıkmadılar. Tevriye günü (Zilhicce’nin sekizinci günü) olunca Mina’ya yöneldiler ve hacc için telbiye ettiler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Mina’da öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarını kıldı. Güneş doğuncaya kadar az bir müddet durdu ve Nemire denilen yerde kendisi için kıldan bir çadırın (gölgeliğin) kurulmasını emretti. Kureyş, cahiliyye zamanında, Kureyş’ın yaptığı gibi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Meş’ar-i Haram’da vakfe yapacağından şüphe etmiyordu. Fakat Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, burada durmadan geçti. Arafat’a gelince Nemre de kendisi için emretmiş olduğu gölgeliği kurulmuş olarak buldu. Oraya indi, güneş batmaya meyledince Kavsa adındaki devesinin getirilmesini emretti. Hayvanı hazırladı. Arefe vadisinin ortasına geldi. Orada halka hutbe okudu ve şöyle dedi:
“Şu beldeniz, şu ayınız, şu gününüz haram ve mukaddes olduğu gibi kanlarınız ve mallarınız da haram ve mukaddestir. Cahiliyyet devrindeki cahiliyyetin her şeyi ayaklarımın altındadır. Cahiliyyet devrinden kalan kan davaları artık hükümsüzdür. Hükümsüz kıldığım ilk kan davası bizim kanlarımızdan İbn Rabi’a bin el-Haris’in kanıdır. (İbn Rabi’a emzirilmek üzere beni sa’d kabilesinin yanında bulunuyordu. Huzeyl onu öldürmüştü.) Cahiliyyetten kalma faizler de hükümsüzdür. Hükümsüz kıldığım ilk faiz, bizim faizlerimizden Abbas bin Abdülmuttalib’in faizidir. Çünkü faizlerin hepsi hükümsüzdür. Kadınlarınız hakkında Allah’tan korkun. Onları Allah’ın emaneti ile aldınız. Yine Allah’ın sözleri ile onları kendinize helal kıldınız. Arzu etmediğiniz kimseleri evinize almamaları, sizin onlar üzerine olan hakkınızdır. Bunu yaparlarsa hafifçe onları dövebilirsiniz. Onların da sizin üzerinizde uygun ve makul bir şekilde nafakaları ve giyim hakkı vardır. Size, kendisine sımsıkı sarıldığınız takdirde bundan sonra dalalete sapmayacağınız bir şeyi, yani Allah’ın kitabını bırakıyorum. Ahirette benden sorulacaksınız. Şu halde bu soruya ne cevap vereceksiniz?”
“Hepsi bir ağızdan: “Risaleti tebliğ ettiğinize, vazifenizi yaptığınıza ve bize nasihat ettiğinize şehadet edeceğiz.” dediler.”
“Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem işaret parmağını kaldırıp, insanlara karşı sallayarak, üç defa; “Ya Rabbi şahid ol! Ya Rabbi şahid ol! Ya Rabbi şahid ol!” buyurdu.”
“Sonra ezan okunmasını ve ikamet edilmesini emretti. Önce öğleyi kıldı. Sonra yine kamet getirilmesini emretti. İkindiyi de kıldı. Bunların arasında başka namaz kılmadı. Sonra hayvanına bindi. (Arafat’taki) kendisine mahsus vakfe yerine gelince devesi Kasva’nın karnını kayalara doğru çevirdi. İnsan kalabalığı da vakfeye devam etti. Sonra Üsame’yi devesinin sırtına alıp Arafat’tan Müzdelife’ye indi. Devenin yularını o kadar kasmıştı ki, devenin başı önüne isabet ediyordu. Sağ eliyle işaret ederek: “Ey nas! Yavaş olun, vakar ve sükûnetinizi muhafaza edin.” diyordu. Kum yığınlarından birine geldikçe geçinceye kadar yuları hafif salıveriyordu.”
“Müzdelife’ye gelince orada, bir ezan ve iki kamet ile akşam ve yatsı namazları kıldı. Aralarında başka namaz kılmadı. Sonra sabaha kadar yatıp uyudu. Sabahın ağardığının farkına varınca, bir ezan ve kametle sabah namazını kıldı. Sonra yine Kasva’ya bindi, Mescid-i Haram’a gelince kıbleye dönüp dua etti. Allahı tevhid edip, tekbir ve tehlil getirdi. Sabah tam aydınlanıncaya kadar orada durdu. Güneş doğmadan önce ayrıldı. Abbasın oğlu Fadl’ı devesinin sırtına aldı. Fadl, güzel saçlı, beyaz ve yakışıklı idi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem oradan hareket edince yolda develer üstünde bir takım kadınlar kendisine rastladı. Fadl onlara bakmaya başlamıştı. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem (bakmaması için) elini Fadl’ın yüzüne koydu. Bu sefer Fadl, bakmak üzere yüzünü diğer tarafa çevirdi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de baktığı taraftan yüzünü çevirmek için yine elini Fadl’ın yüzünü çevirdiği tarafa koydu.”
“Batn-ı Muhassir’e gelince yürüyüşünü hızlattı. Sonra Cemre-i Kübra’ya çıkan orta yolu tuttu. Ağaç yanındaki cemre’ye gelince, her birine atarken tekbir getirerek yedi çakıl taşı attı. Bakla tanesi büyüklüğünde olan taşları vadinin ortasından attı, sonra kurban kesme yerine geldi. Orada kendi eliyle tam altmış üç deve kesti. Ötekilerini kesme işini Ali’ye bıraktı. Kurbanlarına onu da iştirak ettirdi. Sonra her kurbandan birer parçacık alınmasını emretti. Alıp bir kapta pişirdiler, her ikisi de kurbanların etinden yiyip çorbasından içtiler.”
Bundan sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem hayvanına binip Kâbe’ye gitti. İfada tavafını yaptı. Öğle namazını Mekke’de kıldı. Zemzem kuyusu etrafında sakalık vazifesini gören Abdülmuttalib oğulları yanına geldi ve “Çekiniz suyu, çekiniz Ey Abdülmuttalip oğulları! İnsanların sakalık (su verme) vazifenizi alıp, size galip gelmelerinden korkmasam sizinle birlikte ben de su çekerdim.” dedi. Bunun üzerine kendisine bir kova içinde su takdim ettiler, bu sudan içti.” (Hadisi Müslim ve Ebu Davud rivayet etmiştir.)
Hadisin Sonuçları:
Alimler şöyle demiştir: “Bil ki bu hadisin ihtiva ettiği fıkhi hükümler üzerinde söz etmiş ve ondan çok mesele çıkarmışlardır. Hatta İbnü’l Münzir bu hadis hakkında bir büyük cüz kitap yazmış, bu kitapta hadisten yüz elli küsür çeşitli fıkhi mesele çıkarmış, “daha incelense fazla da bulunabilir”, demiştir.”Alimler dediler ki: Bu hadisten delalet yoluyla şu hükümler çıkarılabilir:
Hayızlı ve nifaslı kadınlara ihrama girmek için yıkanmak sünnettir. Onlara sünnet olunca diğerlerine evla yoluyla sünnet olur. Hayızlı ve nifaslı kadınlar kuşak kullanırlar ve kanın geldiği yeri uzun ve genişçe bir bezle kapatarak, bezin bir ucunu arkadan diğer ucunu önden olmak üzere bedendeki kuşağa bağlarlar. Hayız ve nifaslı kadınlar ihrama girebilirler.
İhrama farz veya nafile bir namazın sonunda girilir. İhrama giren yüksek sesle telbiye getirir. Telbiyeyi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yaptığı kadar yapmak müstehab ise de ziyade edilmesinde de bir beis yoktur.
Ömer (r.a.) telbiyeye şunları ilave etmiştir: Tekrar tekrar icabet sana, ey nimet ve güzel fazilet sahibi, senden korkarak ve sana can atarak tekrar tekrar icabet sana.
Haccın ilk tavafını (kudum tavafı) yapması için Mekke’ye gitmesi gerekir. Tavaftan evvel Hacer-i Esved’i selamlaması, sonra tavaf ederek ilk üç şavtında (remel) acele yürümesi gerekir. Remel; yürümeye yakın süratli gidiştir ki, bu da koşmaktır. Bu koşmayı Rukn-i Yemani’nin dışındaki yerlerde yapar. Sonra normal yürüyüşle dört şavt daha yürür.
Tavafı bitirdikten sonra Makam-ı İbrahim’e gelerek “Makam-ı İbrahim’den bir namazgah edinin.” (Bakara: 125) ayetini okur. Sonra Makam-ı İbrahim’i Beytullah ile kendi arasına alarak iki rekat namaz kılar. Bu namazda Fatiha’dan sonra ilk rek’atta Kâfirun, ikinci de İhlâs suresini okur.
Bu hadis, Mescid-i Haram’a girerken olduğu gibi çıkarkende öpüp el sürmenin (istilam) sünnet olduğuna delalet eder. İstilamın sünnet olduğunda alimler müttefiktirler.
Tavaftan sonra sa’y yapılır. Buna Safa’dan başlanır ve dağın üzerine çıkarak kıbleye doğru dönülür. Irada hadiste geçen zikirle Allah zikredilir ve hadiste geçen dua üç defa tekrarlanır. Safa ve Merve arasındaki vadide remel yapılır. Buna iki mil arası derler. Remel, sadece ilk üç şavtta değil, kudum tavafında olduğu gibi yedi şavtın her birinde meşrudur. Safaya çıkıldığı gibi Merve’ye de çıkılır. Orada da Safa’da olduğu gibi dua yapılır.
Bu kadarla umre tamam olur. Eğer bundan sonra hacı tıraş olur, yahut saçını kısaltırsa, ihramdan çıkmış olur. Ashabı kiram da böyle yapmışlardır. Çünkü Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onlara haccı bozup umreye niyetlenmelerini emretmiştir. Haccı kıran yapanlar ise traş olmaz, saç kısaltmazlar. Onlar ihramlı olarak devam ederler. Sonra Zilhicce’nin sekizinci günü, yani tevriye günü umrenin ihramından çıkan kimse, hacc yapmak isterse ihrama girer. Bu ve haccı kıran yapan Mina’ya gider.
Mina’da beş vakit namaz kılmak ve bu gece, yani Zilhicce’nin dokuzuncu gecesi Mina’da geceyi geçirmek sünnettir. Arefe günü Mina’dan güneş doğduktan sonra çıkmak sünnettir. Nebi aleyhisselam Arafat’tan sayılmayan Nemire’ye (Arafat’ın yakınında bir yerin adıdır. Arafat’tan sayılmaz.) indi. Nebi aleyhisselam iki namazı kıldıktan sonra vakfe yerine geldi. Bu iki namaz arasında birkaç rek’at namaz kılmak sünnettendir.
İmam bu iki namazdan önce hutbe okur.
Bu, hacda sünnet olan birinci hutbedir.
Sünnet olan ikinci hutbe, Zilhicce’nin yedinci günü, öğle namazından sonra Kâ’be’de okunan hutbedir.
Üçüncüsü, Kurban günü okunan hutbedir.
Dördüncü sünnet olan hutbe ise, Mina’dan ayrılış günü okunan hutbedir.
Hadiste geçen bir takım sünnet ve adaplar vardır ki, onlardan bazıları şunlardır:
İki namazı kıldığı zaman vakfe yerine gitmek.
Arafat’ta binek üzerinde vakfe yapmak.
Cebel’ür-Rahme denilen dağın eteğindeki Nebi aleyhisselam’ın durduğu yer olan kayalıkların yanında ve onlarının yakınında durmak.
Vakfe zamanı kıbleye karşı dönmek.
Güneş batıncaya kadar vakfe halinde kalmak.
Güneş battıktan sonra sükunetle yola çıkmak, eğer sözüne itaat olunan bir zat ise yanındakilere vakarlı olmalarını tavsiye etmek.
Müzdelife’ye geldiği zaman inerek akşamla yatsıyı, yatsı zamanında bir ezan ve iki kametle kılmalı. İki namaz arasında başka nafile namaz kılınmaz. (Burada iki namazın birden kılınacağında ihtilaf yoktur. Yalnız sebebinde ihtilaf etmişlerdir. Bazıları; “bu cem’in sebebi nüsük (hacc ibadetleri)nden biri olmasıdır” demiş, bazıları ise; “namazları cem etmek için meşru bir sebep olan seferilik durumundan dolayıdır,” demişlerdir.)
Müzdelife’de gecelemek sünnettendir. Bunun nüsük’ten olduğunda ittifak vardır. İhtilaf ancak gecelemenin vacip veya sünnet olduğu konusundadır.
Müzdelife’de sabah namazını kılmak da sünnettendir. Sonra buradan çıkıp Meş’ar-i Haram’a gelinir ve orada durup dua edilir.
Bu esnada orada durmak menasiktendir.
Sonra hava iyice aydınlandıktan sonra oradan çıkılarak Batn-ı Muhassır’e gelinir ve orada yürüyüşe hız verilir. Çünkü orası Allah’ın Ashab-ı Fil’e gazap ettiği yerdir. Binaenaleyh orada durmak ve eğlenmek olmaz.
Cemret’ül-Akabe’ye gelindiğinde vadinin içine inerek, cemre’ye yedi taş atılır. Bunların her biri bakla tanesi büyüklüğünde olup herbirini atarken tekbir getirilir.
Bundan sonra kurban kesilen yere gidilir. Eğer yanında kurban varsa kurban keser. Kurbandan sonra traş olur.
Sonra Mekke’ye dönerek, ziyaret tavafı denen “ifada tavafı”nı yapar.
Bu tavaftan sonra hacılara ihram sebebiyle haram olan -hatta hanımına yaklaşması dahil- her şey helal, fakat Cemret’ül-Akabe’de taşları attıktan sonra bu tavafı yapmayana, kadına yaklaşmak helâl değildir.
İşte Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in haccında takib ettiği yol budur. Bunları yapanlar ona uymuş ve onun “Menasikinizi benden alın” hadisiyle amel etmiş ve haccı sahih olmuş olur.